6-7 EYLÜL VE ÖTESİ
Dünya tarihinin son 200 yılı, maalesef toplumsal utançlar ve ulusal hafızalarda derin çizikler bırakan kıyımlarla dolu. “Ulus-Devlet” kafası ve bu kafayı besleyen kirli argümanların yarattığı acı, hem o ulusu, hem de hedefteki kesimleri, telafisi ve affı pek de mümkün olmayan bir kaos sürecinin iki düşman öznesi haline getirmiştir.
Sağcı/Dinci siyasi akımların pek sevdiği bu tür kaoslar, maalesef Türkiye’nin de utanç hafızasını besleyen birer gıda(!)dır.
Takvimlerin 1955 yılı Eylül başını gösterdiği, iktidardaki Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in, içeride ve dışarıda; gerek sosyal-toplumsal, gerekse ekonomik anlamda pek de iyi bir fotoğraf vermediği günler.
Toplumsal muhalefetin türlü dümenlerle ve yalanlarla baskılandığı, toplumu oluşturan kesimlerden, İslamcı ve Turancı cenahın, her türden yalan ve provokasyona açık söylem ve eylemlerle konsolide edildiği, basın gücünün bir kesiminin iktidar güdümüne alındığı, Avrupa ve uygar dünyada, özellikle üniversitelerde başlayan sol/sosyalist kıpırdanmaların Türkiye’ye de sıçramaması için, olağanüstü çabanın gösterildiği, şayet sıçrarsa; bu kesimlerin karşısına çıkartmak üzere, ırkçı/dinci gençlik yapılanmalarının –DP iktidarının en büyük destekçisi olan ve o dönemde popülerliği yapay bir şekilde parlatılan, Şair/Yazar Necip Fazıl KISAKÜREK’in teorisyenliğini yaptığı İslami Büyük Doğu İdeolojisi, vs.- devlet eliyle desteklendiği yıllar.
Durup dururken, 6 Eylül 1955’te, Adnan Menderes Hükümetine yakın ve İstanbul içi dağıtımı yapılan bir akşam gazetesi olan İstanbul Ekspress’de, “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” haberi çıkar. Bu gazete, tirajı günlük 20 binin altında ve genellikle iktidara yakın esnaf tarafından okunan bir gazete iken, o gün ilave baskılarla yaklaşık 300 bin tiraja ulaşmıştı. Gazete dağıtıma başlandıktan birkaç saat sonra aniden, özellikle Rum yurttaşlarımızın yaşadığı ve iş yerlerinin yoğun bulunduğu Kumkapı, Samatya ve Beyoğlu semtlerine doğru akan organize bir provakasyon kitlesi ortaya çıkar.
Bu kitleyi galeyana getiren ve işin perde arkası organizasyonunda parmağı bulunduğu daha sonra ortaya çıkan Kıbrıs Türktür Derneği taraftarlarının, kente Anadolu’dan getirilen (Sivas’tan 145 kişi, Trabzon’dan 117 kişi, Kastamonu’dan 116 kişi ve Erzincan’dan 111 kişi) yaklaşık 500 kişilik gruba İstanbul içinden katılımların ve hatta aynı cadde ve sokaklarda işyerleri bulunan civar esnafının da katılımıyla sayıları birkaç saatte 10 bini aşan yağmacılar, Beyoğlu başta olmak üzere, önceden tespit edilen Rum yurttaşlarımıza ait iş yerleri, evler, kiliseler ve Rum okullarına saldırdılar ve ülke tarihinde görülmemiş büyüklükte bir yağma ve tahrip kalkışmasının altına imza attılar.
Akşamın ilerleyen saatlerinde, saldırı ve yağma hareketinin rengi değişti ve Rum yurttaşlarımız dışında, Musevi ve Ermeni yurttaşlara ait dükkan ve evlere de saldırılar başladı. 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekânın saldırıya uğradığı karanlık gecenin sonunda, olayların daha da utanç verici bir yönü ortaya çıktı. Evini ve işyerini koruma refleksi ile karşı koymaya çalışan 30’a yakın Rum ve Ermeni yurttaş katledilmiş, çoğu yalnız yaşayan 400 kadar kadın evleri soyulduktan sonra tecavüze uğramıştı.
Sabaha karşı olaylara etkin müdahalede bulunamayan kolluk kuvvetlerinin başındaki isim İçişleri Bakanı istifa etti, Adnan Menderes sıkıyönetim ilan etti. Yağma ve saldırılarda etkin rol üstlenen binlerce kişinin yarısı bile tutuklanmadı.
Bu, DP iktidarının kirli politikalarının tabanda bir yansımasıdır ve demografik yapıyı egemen kesimin lehine çevirme yönünde attığı son derece cüretkar ve her türden ahlaksızlığı da içinde barındıran bir utanç sayfası olarak, ülke tarihine siyah ve kalın puntolarla yazılmıştır.
Sonra mı?
Sonrasını madde madde sıralamak gerekirse;
- Yaklaşık 5200 kişi tutuklanmıştır.
- Tutuklananlar arasında yer alan Kıbrıs Türktür Derneği Başkanı, hükümete açıkça şu şantaj cümlesini kurmuştur; “Bizi derhal serbest bırakmazsanız her şeyi açıklarız”
- Görece “bağımsız” isimlerden oluşan Soruşturma Komisyonu, başlarda yabancı medyanın da takibi ve ilgisinden dolayı tarafsız bir bakış açısıyla çalışmış, ancak sonrasında Demokrat Parti’nin bastırması sonucu, olayları başlatanların komünistler olduğu yönünde karar açıklamıştır.
- Baskılar sonucu tamamen DP iktidarının güdümüne giren Soruşturma Komisyonu, konuyu tamamen farklı bir boyuta taşımış ve olaylardan;, aralarında Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru‘nun da olduğu çok sayıda sol/sosyalist yazar ve aydını sorumlu tutmuş, haklarında dava açılmıştır. İşin daha trajik olanı, hayatta olmayan, çoktan ölmüş 4 komünist yazar hakkında da dava açılmıştır.
- Olayların perde gerisinde olanlar ve başı çekenler hiçbir ceza almadı, bütün tutuklular serbest kaldı; komisyon, “Halk galeyana geldi, olayları gerçekleştirdi” dedi ve mesele kapandı.
Son söz… Cumhuriyet’in raylarını yerinden oynatma ve Cumhuriyet Devrimlerini aşındırıp, aşama aşama ortadan kaldırmak amacıyla hareket eden bütün sağ iktidarların, amaçlarına ulaşmak için hukuku hiçe sayması ve demokrasi dışı alanlarda gezinmesinin bedeli daima ağır olmuştur.
Yaşamlarını yitiren, malları yağmalanan, güvenliğinden endişe ederek Türkiye’yi terk eden, gidecek yeri olmadığı için burada kalan, ancak elindeki avucundaki bütün birikimi yağmalanan ve ömürlerinin kalan kısmı Rum ve Ermeni vakıflarının bakım evlerinde sefalet ve yoksulluk içinde sonlanan güzel insanların anısı önünde, çokça saygı ve bir hayli de utanç içerisinde eğiliyorum.