EKONOMİK VERİLER IŞIĞINDA BİR ANALİZ
Yoksul ülkeler genellikle, yeterli doğal ve gelişmiş insan kaynakları olmayan/olsa bile bunlardan yeterli ölçüde yararlanamayan, milli geliri düşük, istihdam-altyapı-ulaşım-eğitim-sağlık gibi konularda çok fazla yetersizlikleri bulunan ve kronik sosyo-ekonomik sorunlara sahip ülkeler olarak tanımlanır. Yoksullaşan ülkeler ise kısaca, görece ekonomik ve sosyal açıdan refah düzeyi azalan ülkelerdir. Yoksul ülke az gelişmiş olan, zaten kısıtlı imkanlara ve potansiyele sahipken; Yoksullaşan ülkeler öncesinde daha iyi bir durumda olmasına rağmen zamanla daha geriye giden ülkelerdir. Türkiye, G-20 üyesi ve sanayileşmiş bir ülke olarak “yoksul” tanımına uymuyor. Ancak son yıllardaki ekonomik göstergeler, “yoksullaşma” tartışmalarını besliyor.
Enflasyon ve Alım Gücü Erozyonu
TÜİK(Türkiye İstatistik Enstitüsü) verilerine göre 2020-2024 arasında yıllık ortalama enflasyonun %44,82 olarak gerçekleşmesi (bağımsız kaynaklar ise bu oranın iki katı olduğunu iddia ediyor),
Türk Lirasının, 2020 tarihinden bugüne kadar Amerikan Doları karşısında yaklaşık % 570 oranında değer kaybetmiş olması (1$ = 7 TL iken 2025 tarihinde 40 TL),
Birleşmiş Milletler FAO (Tarım ve Gıda Örgütü) verilerine göre de, Türkiye % 37,1 oranındaki gıda enflasyon (Gıda enflasyonunda Avrupa’da birinci sırada yer almaktadır) verileri,
ülkemizde halkın alım gücünde ciddi bir kayıp yaşandığını, ithalatın pahalılaştığını, üretim ve tüketim mallarına ulaşımın zorlaştığını net bir şekilde ortaya koymaktadır; Ayrıca
Gelir Dağılımındaki Uçurum
TÜİK verilerine göre en zengin %20, toplam gelirin %48,1’ini alırken, en yoksul %20’nin payı sadece %6,3. Orta sınıfın payı ise % 14,3 ile tarihin en düşük seviyesindedir,
2020-2024 döneminde TL’nin değer kaybı ve yüksek enflasyon (2022’de %85, 2023’te %65, 2024’te %45) nedeniyle maaşların alım gücü önemli ölçüde azalmıştır. Özellikle memur ve emeklilerin reel ücretleri enflasyonun gerisinde kaldığı için satın alma gücü azalmıştır,
Türkiye’de gelir dağılımındaki eşitsizliğin derinleşmesi, sadece zengin ve yoksul arasındaki uçurumu artırmakla kalmamış, aynı zamanda orta sınıfın daha da hızlı erimesine neden olmuştur. Orta sınıfın ekonomik zorluklar karşısında giderek daha kırılgan hale gelmesi, uzun vadede ekonomik istikrarı tehdit eden önemli bir unsurdur.
Eşitsizliğin büyüdüğü her toplumda, sosyal huzursuzluklar, suç oranları ve altyapı sorunları kaçınılmaz hale gelmekte, Üst gelir grupları, toplumun geri kalanından izole bir yaşam sürmeye çalışsa da, bu toplumsal çatışmaların onların hayatlarına da nüfuz etmesini kaçınılmaz kılar.
Gelir adaletsizliği derinleştikçe, orta sınıf erimekte ve toplumsal kırılganlık artmaktadır.
İşsizlik ve Çalışma Koşulları
(TÜİK – Mayıs 2025 Verileri)
Değer (%) / Sayı | |
Toplam İstihdam | 32.359.000 kişi |
Resmi İşsizlik Oranı | %8.4 |
Geniş Tanımlı İşsizlik (DİSK) | %32.2 |
Kadınlarda İşgücüne Katılım | %36 |
Kadınlarda İşsizlik Oranı | %11.5 |
Gençlerde İşgücüne Katılım | %35 |
Gençlerde İşsizlik Oranı | %15.7 |
Sektörel İstihdam Dağılımı | |
– Tarım | %14.3 |
– Sanayi | %20.8 |
– İnşaat | %6.6 |
– Hizmet | %58.2 |
Kayıt Dışı Çalışma Oranı | %24.7 (Genel), %16 (Tarım Dışı) |
Tarımda Sosyal Güvencesizlik | %82 |
Açlık Sınırı (4 Kişilik Aile) | 25.092 TL |
Yoksulluk Sınırı | 81.734 TL |
Asgari Ücret Altında Çalışanlar | ~15 Milyon (22.104 TL) |
Türkiye’de toplam istihdam/çalışan 32 milyon 359 bin kişi olarak kaydedilirken, resmi işsizlik oranı %8.4’tür. Ancak, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından açıklanan geniş tanımlı işsizlik oranın %32.2’ye ulaşması, istihdam sorununun boyutlarını daha net ortaya koymaktadır. Kadınlarda işgücüne katılım oranı %36 iken işsizlik %11.5 seviyesindedir. Genç nüfusta(15-24 yaş arası) ise işsizlik %15.7’lik oranı ile ortalamanın üzerinde seyretmektedir.
Ülkemizde Kadınlar ve genç nüfusun istihdama-üretime katılım oranları düşük olması ekonomik büyümenin önündeki en büyük engellerden biridir. Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı % 36 iken bu oran AB’de %65, genç nüfusun işgücüne katılım da % 35 iken AB’de % 52 dir. Bu fark, ekonomide ciddi bir verimlilik kaybı demektir.
İstihdamın sektörel dağılımı bir ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi açısından önemli bir göstergedir. Gelişmiş ülkelerde istihdamın sektörel dağılımı tarımdan, sanayi ve hizmet sektörüne doğru geçiş şeklinde olup, tarım sektörü % 1- 5, sanayi Sektörü % 15 – 25, hizmet sektörün de % 70 – 80 arasında bir ağırlığa sahiptir. Ülkemiz İstihdamının sektörel dağılımı incelendiğinde ise, hizmet sektörü % 58.2, sanayi sektörünün % 20.8, tarım sektörünün % 14.3 ve inşaat sektörünün % 6.6’lık bir paya sahip olduğu görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde sanayi ve hizmet ekonomisi istihdamı şekillendirirken, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde tarım ve düşük katma değerli üretim hâlâ önemli bir paya sahiptir. Ekonomik gelişme için nitelikli işgücü, AR-GE yatırımları ve hizmet sektöründe uzmanlaşma kritik önem taşır.
Avrupa Birliği ortalaması % 10-15 olan Kayıt dışı çalışma oranı ülkemizde % 24.7’dür. Bu oran çalışan nüfusun yaklaşık dörtte birinin sosyal güvenlik sistemine kayıtlı olmadığını, yani resmi istihdam istatistiklerinde görünmediğini ifade etmektedir. Bir ülkede kayıt dışılığın artması üretimde verimsizlik, vergi kaybı, haksız rekabet, çocuk işçiliği, sosyal ve sağlık alanında güvencesizlik gibi ekonomik ve sosyal açıdan pek çok olumsuz sonuçları vardır. Ülkemizde kayıt dışı istihdam en fazla (% 82) tarım sektöründe görülmektedir, bu sektörde çalışanların çok büyük bir çoğunluğunun sosyal güvencesi bulunmamaktadır.
Ekonomik istikrarsızlık, yüksek enflasyon ve işsizlik, kayıt dışı istihdamı artırmakta ve yoksulluğu derinleştirmektedir. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 25.092 TL, yoksulluk sınırı ise 81.734 TL olarak belirlenmiştir. Buna karşın, yaklaşık 15 milyon çalışanın aylık geliri 22.104 TL ile açlık sınırının altında kalmakta, reel ücretlerdeki düşüş nedeniyle yoksullaşma artmaktadır. Bu veriler, işsizlik, kayıt dışılık ve gelir adaletsizliğinin Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini açıkça göstermektedir.
Yoksulluk ve Borç Kıskacı: Türkiye’nin Sosyoekonomik Gerçekleri
TÜİK (2024)- TBB Risk Merkezi (2025) Verileri
Veri | |
Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altındaki nüfus oranı | %29 (~25 milyon kişi) |
İhtiyaç kredisi kullanan kişi sayısı | 11 milyon |
Kişi başı ortalama ihtiyaç kredisi borcu | 66 bin TL → 98 bin TL |
Kredi kartı kullanıcı sayısı (yıllık artış) | 39,1 milyon (+1,9 milyon) |
Toplam kredi kartı harcaması | 2,036 trilyon TL |
Tasfiye edilen bireysel kredi borçları (yıllık artış) | 199 milyar TL (%177 artış) |
Türkiye’de yoksulluk ve borçluluk, hanehalklarını giderek daha fazla sıkıştıran iki temel sorun haline geldi. TÜİK’in 2024 verilerine göre, nüfusun %29’u (yaklaşık 25 milyon kişi) yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Bu, her üç kişiden birinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığını gösteriyor.
Ekonomik darboğaz, borçlanmayı bir “hayatta kalma stratejisine” dönüştürdü. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin Mayıs 2025 verileri, ihtiyaç kredisi borçlularının sayısının 11 milyona düştüğünü, ancak kişi başı borcun 66 bin TL’den 98 bin TL’ye yükseldiğini ortaya koyuyor. Bu, borçluların daha yüksek meblağlarla kredi çekmek zorunda kaldığını gösteriyor.
Kredi kartları, bireysel borçluluğun en kritik aracı haline geldi. Kart kullanıcı sayısı 39,1 milyona ulaşırken, yıllık harcama 2 trilyon TL’yi aştı. Daha çarpıcı olan ise, tasfiye edilen borçların son bir yılda %177 artarak 199 milyar TL’ye ulaşması. Bu, on binlerce insanın artık borçlarını ödeyemez duruma geldiğinin net bir kanıtı.
Bu veriler, Türkiye’de çalışan yoksulluğunun derinleştiğini ve hanehalklarının gelirleriyle temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını ortaya koyuyor. Borçlanma, bir “geçim stratejisi” olarak yaygınlaşırken, ödenemeyen krediler finansal kırılganlığı artırıyor.
Sosyal Yardımlar Artıyor, Ama Yoksulluk Azalmıyor
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2024 verilerine göre (Aldıkları maaşlar emeklilerin geçimine yetmese de istatistiklerde yoksulluk ve yardıma muhtaç sınıfında yer almıyorlar.):
- Aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan hane sayısı 3,6 milyon,
- Sosyal yardım harcamaları bir önceki yıla kıyasla yüzde 61 artarak 491,7 milyar lira,
- 100 kişinin 14’ü mutlu azınlık sınıfında yer almakta,
Sosyal yardımlardan yararlanan hane sayısı toplam 4 milyon 574 bin 684 hane olup,bazı destek kalemleri ise şöyle:
- Elektrik tüketim desteği: 4 milyon 87 bin 785 hane,
- Şartlı Eğitim Yardımı: 1 milyon 744 bin 442 kişi – toplam 1,3 milyar TL,
- Gıda yardımları: 4 milyon 262 bin 105 kişi,
- Barınma yardımları: 21 bin 380 hane,
- Doğalgaz tüketim desteği: 702 bin 253 hane,
- Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borçlusu kişi sayısı: 9 milyon 444 bin 458.
Bireysel borçlulukla birlikte halkın ekonomik beklentileri de negatife dönmüş durumda. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın hazırladığı Türkiye Raporu’na göre, halkın yüzde 71’i mevcut ekonomik durumu “kötü” veya “çok kötü” olarak değerlendiriyor. Gelecek beklentileri de karamsar, Katılımcıların sadece yüzde 21’i ekonomide iyileşme bekliyor.
Büyüme Var, Ama Refah Artmıyor
GSYİH(Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) büyümesi 2022’de %5,6, 2023’te %4,5, 2024’te %3,2 oldu. Ancak bu büyüme, enflasyonun nedeniyle nominal, yani fiyat artışlarının GSYİH’yı şişirmesinden kaynaklanmaktadır. Üretim odaklı olmayan, daha çok inşaat ve finans sektörü kaynaklı bu büyüme, halkın refahına yansımıyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da büyüme rakamlarının zaman içerisinde düşmesidir. Bu durum ekonomik faaliyetlerde yavaşlama, yatırımların azalması ve işsizliğin artması gibi sorunları beraberinde getirir.
Sonuç: Türkiye Yoksullaşıyor mu?
Türkiye, “yoksul” değil ama “yoksullaşan” bir ülke profili çiziyor. Enflasyon, gelir adaletsizliği, borçluluk ve işsizlik, bu süreci hızlandırıyor.
Enflasyon, düşen reel ücretler, artan borçluluk, gelir dağılımının adaletsizliği, işsizlik ve enerji/gıda bağımlılığı yoksullaşma sinyalleridir.
Yoksullaşmadan en çok etkilenenler:
Sabit gelirliler (emekli, memur, asgari ücretli)
Kırsalda yaşayanlar, kayıt dışı çalışanlar
Döviz borçlu KOBİ’ler
Göreceli olarak korunanlar:
Döviz geliri olan ihracatçılar, turizmciler
Spekülatif yatırımcılar (döviz, altın, emlak)
Çözüm?
Enflasyon kontrol edilmezse yoksullaşma derinleşir, üretim odaklı reformlar yapılmazsa gelir dağılımı daha da bozulur. Bu durumda Ülkemiz “orta gelir tuzağı” ve sosyal çalkantı riskiyle karşı karşıya kalabilir.
20. yüzyılda dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen Arjantin, yanlış politikaların bir ülkeyi nasıl yoksullaştırabileceğinin bir örneğidir, bugün ekonomik krizler nedeniyle yoksullaşan ülke kategorisine girmiştir. Çözüm, popülist adımlar değil, uzun vadeli çözümler, yani üretim ekonomisine geçiş, teknoloji yatırımları, demokratik kurumların güçlendirilmesi ve adil paylaşımdan geçmektedir; Aksi halde yoksullaşma riski artar ve/veya sarmalı derinleşir.
Ekonomik veriler, acil ve köklü yapısal reformların şart olduğunu gösteriyor.