Türkiye’de Ücret-Fiyat Sarmalı ve Enflasyonla Mücadele
Türkiye’de emekli, memur ve sabit gelirlilerin maaşlarına, TÜİK tarafından açıklanan enflasyon oranlarına göre altı ayda bir zam yapılıyor. Ancak bu zamların açıklanmasıyla birlikte, hatta daha öncesinde mal ve hizmet üreticileri ile aracılar, fiyatları en az zam oranında artırıyor. Bu durum, ücret-fiyat sarmalını besleyerek enflasyonun kronikleşmesine yol açıyor.
Fiyat Artışları Sadece Özel Sektörle Sınırlı Değil
Ürün ve hizmetlere yapılan zamlar yalnızca özel sektörün inisiyatifinde değil. Kamu idaresi de elektrik, doğalgaz, telekomünikasyon, ulaşım ve akaryakıt gibi temel ihtiyaç ürünlerinde sık sık fiyat artışlarına gidiyor. Örneğin en son 2 Temmuz 2025 tarihinden geçerli olmak üzere konut doğalgazına %24,6, sanayi doğalgazına %7,86 zam yapıldı. Benzer şekilde, 3 Temmuz 2025’ten itibaren benzin, motorin ve otogaz üzerinden alınan ÖTV-Özel Tüketim Vergisi’ne yapılan zamlar, ülkemizde kronikleşen ücret-fiyat sarmalını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu artışlar, enflasyonla mücadelede neden bir adım ileri iki adım geri gittiğimizi açıkça göstermektedir.
Ücret-Fiyat Sarmalı Nasıl İşliyor?
Bu sarmalın işleyişini şu şekilde özetleyebiliriz:
- Memur/emekli zammı → Talep artışı → Fiyatlar yükseliyor → Enflasyon tetikleniyor → Yeni zam ihtiyacı doğuyor.
- Maliyet artışları (enerji, vergi) → Üretici fiyatları yükseliyor → Perakende fiyatları artıyor.
Bu kısır döngü, son yıllarda o kadar otomatik hale geldi ki, zamların açıklanmasıyla market raflarındaki fiyat etiketlerinin değişmesi, neredeyse eş zamanlı olmaktadır.
Türkiye’de enflasyonla mücadele aracı olarak bugüne kadar daha çok emekli, memur ve sabit gelirlilerin harcamalarını kısarak, talep daraltıcı politikaların kullanılması, enflasyonla mücadelede kalıcı, sürekli ve arzulanan bir sonuç doğurmamıştır. Ayrıca uzun bir süreden itibaren ağırlıklı olarak uygulanan bu politika, yetersizliğinin yanı sıra gelir dağılımını da bozmuştur. Gelir dağılımı eşitsizliğinde Türkiye Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada, dünyada ise 130 ülke içinde 28.sırada bulunmaktadır.
Asıl Sorun: Kur, Enerji ve Üretim Yapısı ile Fiyat Spekülasyonudur
Türkiye’de enflasyonun birinci temel nedeni, kur ve maliyet baskısıdır. Enerji, gıda ve sanayi ürünlerinde dışa bağımlılık (ihracatın ithalatı karşılama oranı yaklaşık %70’dir), kur-enflasyon sarmalını besliyor. Döviz kurundaki artış, ithal girdi maliyetlerini yükseltiyor, bu da üretici ve tüketici fiyatlarını aynı anda etkiliyor.
Diğer yandan, ekonomimiz katma değeri düşük, teknoloji ve Ar-Ge’den yoksun, daha çok emek-yoğun üretim yapan tarım, tekstil, inşaat ve madencilik gibi sektörlere dayalıdır. Bu sektörler de ithal girdiye bağımlı, fiyat rekabeti zayıf, üretkenliği ve verimliliği düşük, kırılgan bir yapıdadırlar; Örneğin Tarım sektörünü bu kapsamda ele alırsak modern değildir, verimsiz sulama yapılmaktadır, mazot, gübre, tohum gibi temel girdilerinde dışa bağımlıdır, döviz kuru yükselince artan maliyetlerin etkisiyle ÜFE üzerinden dolaylı olarak(petrol ve doğalgaz ithalatı nedeniyle) veya gıda fiyatlarına doğrudan TÜFE üzerinden yansıyarak tüketici fiyatlarını artırmaktadır. Yine bu sektörde spekülatif fiyatlama ve aracıların fazlalığı nedeniyle enflasyonu daha da körüklemektedir.
Ekonomimizde kur ve maliyet baskısıyla kronikleşen enflasyon, aşağıda değinilen bir dizi ek faktörle de beslenerek kısır döngüyü derinleştirmektedir:
Kayıt Dışılık: Kayıt dışı ekonominin yaygınlığı, verimliliği düşürürken birim maliyetleri artırıyor. Resmi olmayan bu yapı, vergi kaybına yol açarak dolaylı vergi artışlarını tetikliyor,
Finansman Sorunu: Üreticilerin yüksek faizli krediye mahkum edilmesi, maliyetleri şişiriyor. Bu yük doğrudan fiyat etiketlerine yansıyor,
Kredi Yönetimsizliği: Merkez Bankası’nın kamu bankaları aracılığıyla yaptığı dolaylı kredi genişlemesi, verimsiz alanlara kaynak aktarılmasına neden oluyor,
Sübvansiyon Açmazı: Enerji ve ulaşımda sürdürülemez sübvansiyonlar, bütçe açığını büyütüyor. Açığı kapatmak için yapılan ÖTV ve KDV artışları ise fiyatları daha da yukarı itiyor,
Yatırım Eksikliği: Belirsizlik ortamı, hem yerli hem yabancı yatırımcıyı uzun vadeli projelerden uzaklaştırıyor. Üretim kapasitesinin talebi karşılayamaması, ithalat bağımlılığını artırıyor,
Borçlanma Kısırdöngüsü: Yüksek risk primi nedeniyle pahalı borçlanma, kaynakların üretim yerine faiz ödemelerine aktarılmasına yol açıyor,
Ülkemizde enflasyonda ikinci temel sorun ise Fiyat Spekülasyonudur: Enflasyonun devamlı olarak süreceği beklentisi nedeniyle üreticiler spekülatif fiyatlama yapmaktadır. Tüketicilerde gelecekte aynı ürün ve hizmeti bugünkü fiyatından alamayacağı düşüncesiyle, hatta tasarruf edebilme imkanına sahip olduğu likit’i dahi tüketim ve verimsiz harcamalarda kullanmaktadır. Tüketicinin bu tavrı sonucu oluşan talep üretim eksikliğinin yetersizliği nedeniyle fiyatları yukarı itmektedir.
Sonuç:
Enflasyonla mücadelede kalıcı çözüm, yapısal reformlardan geçiyor. Kur ve maliyet baskısını azaltacak adımlar atılmadan, sadece talep daraltıcı politikalar yetersiz kalmaktadır/kalacaktır.
Kısa vadede, TCMB reel pozitif faiz belirleyerek faiz – enflasyon uyumu sağlanmalıdır, Sübvansiyonların belirlenen hedeflere uygun olması ve kamu harcamalarına bir disiplin getirilmelidir, gıda, enerji ve ulaşım gibi sektörlerde fiyat denetimi yapılarak karaborsa ve stokçuluk önlenmelidir,
Orta vadede, Vergi reformu yapılmalı, dolaylı vergiler azaltılmalı ve gelir vergisi adil hale getirilmelidir. TÜİK daha bağımsız hale getirilerek ENAG ve İTO gibi enflasyon araştırmaları yapan kurumların verileri de dikkate alınmalıdır. Yerli tarım ve sanayide üretim desteklenerek ithalat bağımlılığı azaltılmalıdır. Yüksek teknolojik üretimi sağlayacak yatırımlar ve araştırmalar teşvik edilmelidir;
Uzun Vadede, İstikrarlı bir para politikası uygulanarak Türk Lirası’na güven artırılmalı, Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak üzere yenilenebilir enerjiye ağırlık verilmelidir. İşçi, işveren ve devlet üçlüsü arasında bir mutabakat sağlanılarak ücret fiyat dengesi sağlanmalıdır.