Türkiye siyasi tarihinin en köklü partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), kuruluşundan bu yana belki de en derin ve çok boyutlu krizlerinden birini yaşamaktadır. Bu kriz; yönetim, etik, ideoloji ve strateji gibi temel katmanları aynı anda içermekte, partiyi hem içeride hem de dışarıda ciddi bir güven ve meşruiyet bunalımına sürüklemektedir. Yaşananlar, yalnızca bireysel çıkarlar peşinde koşan bir grubu değil, aynı zamanda bu partinin ve ülkenin geleceğine inanan, geçmişte bedel ödemiş olan ve demokratik umutlarını CHP’ye bağlayan milyonları da doğrudan ilgilendirmektedir.
Kamuoyunda tartışılan ve partinin mevcut durumuna ilişkin yaygın kanaatleri yansıtan tespitler (Bu tespitler doğrudan hiç kimseyi hedef alınarak ifade edilmemiştir, tartışmaya açıktır; Sosyolojik ve siyasal gözlem kaynaklıdır) aşağıda sunulmaktadır:
- Olağanüstü Kurultay, yalnızca bir yönetim değişikliği olarak kalmamış, aynı zamanda şaibe iddialarının yoğunlaştığı bir güven kaybı sürecine dönüşmüştür. Bu iddialar, partinin en temel meşruiyet kaynağı olan delegelerin özgür iradesini sorgulatacak düzeyde etkili olmuştur. Parti içi demokrasinin işlemediği ve kararların geniş katılım yerine dar bir çevre tarafından alındığı yönünde algı oluşmuştur. Yaşanan üslup sorunları ve iç çatışmalar ise partinin birleştirici kimliğini zedelemiştir.
Belediyelere yönelik yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile parti yöneticilerinin yakın çevresine yönelik kayırmacılık söylentileri, parti üyelerinin yıllardır savunduğu değerleri aşındırmış ve CHP’nin en güçlü olduğu alanlardan biri olan “temiz siyaset” iddiasını derinden yaralamıştır. Bu durum, iktidara yöneltilebilecek en önemli eleştiri araçlarından birinin zayıflaması anlamına gelmektedir.
Atatürkçülük, laiklik ve ulus-devlet vurgusunun zayıfladığı, yerini kimlik siyasetine bıraktığı yönündeki eleştiriler, partinin geleneksel ve milli seçmen tabanında aidiyet kaybına ve ayrışmaya yol açmıştır. “Türkiyelilik” gibi bulanık addedilen kavramlar üzerinden yürütülen söylemler, şehit aileleri, gaziler ve üniter devlet yapısına bağlı seçmenler nezdinde hayal kırıklığı yaratmıştır. Özellikle Cumhurbaşkanı adayının “dünyanın en büyük Kürt şehri…, Kürtler bir sorunumuz var dediği müddetçe kürt sorunu vardır…” gibi söylemleri, partinin kurucu değerlerinin tartışmaya açılmasına neden olmuştur. CHP’nin bu konudaki ilkesi, etnik ve mezhepsel kimlikleri yok saymak değil, bu kimlikleri siyasetin dışında tutarak, herkesi yurttaşlık bağıyla eşit kılmak ve ayrımcılığı reddetmektir. Bu, partinin kurucu ideolojisini oluşturan “Altı Ok” içindeki Halkçılık, Laiklik ve Milliyetçilik ilkelerinin ortak ve birleşik bir yansımasıdır.
Parti, ülkenin temel ekonomik ve sosyal sorunlarına dair somut ve inandırıcı çözümler üretmekte yetersiz kalmakta, bunun yerine kendi iç çekişmeleriyle öne çıkan bir görünüm sergilemektedir. “Kibirli” ve “içe kapanık” olarak algılanan tavrı, diğer muhalefet partileriyle güven temelli bir ittifak kurulmasının önünde engel olarak değerlendirilebilinir.
Bu noktaya gelinmesinde elbette az ya da çok sorumlular bulunmaktadır. Uzun yıllar süren kişisel liderlik anlayışı, iç çekişme ve hizipleşmeler kurumsal yapıyı zayıflatmıştır. Belediyelerdeki liyakatsiz kadrolaşma, partinin itibarını ciddi ölçüde sarsmıştır. Stratejik hatalar ve kimlik siyasetine saplanıp kalınması, geniş kitlelerle bağın kopmasına yol açmıştır. Parti, ne yazık ki kumpas, delegelik satın alma, rüşvet gibi iddiaların yanında, yönetimindeki belediyelerde usulsüzlük ve yolsuzluk soruşturmalarıyla anılır hale gelmiştir.
Yukarıdaki tespitler ışığında, mevcut kriz etkin bir şekilde yönetilemez ve köklü bir yenilenme süreci başlatılamazsa, sonuçları yalnızca bir seçim yenilgisinden ibaret kalmayacak, sonuçları ülkemiz ve halkımız için çok daha ağır olacaktır:
Seçmen tabanında erime ve ayrışma artabilir, geleneksel CHP seçmeni oy vermekten vazgeçebilir veya alternatif arayışlara girebilir. Bu durum, partinin oy oranının %30’un altına düşmesi (riski) demektir. Mitinglere coşkuyla gelen dedelerin, ninelerin, gençlerin, emekçilerin emekleri ve umutları boşa çıkacak, partisi için gece gündüz çalışan insanlar umutsuzluğa kapılacaktır.
Yolsuzluk ve usulsüzlük algısı ve güven kaybı, CHP’yi diğer muhalefet partileri için “kabul edilemez” bir ortak haline getirebilir. Geniş bir ittifakın merkezi olamayan CHP, siyasi olarak yalnızlaşabilir. Matematiksel olarak zaten zor olan iktidar yolu, ittifaksızlık ve güven kaybı nedeniyle tamamen kapanabilir.
Hakkındaki İddiaların mahkeme kararlarıyla bir kısmının dahi doğrulanması halinde, parti kapatılma dahil ağır yaptırımlarla karşılaşabilir. Bu durum, partinin siyasi varlığını dahi tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilir.
Etkin bir ana muhalefetin zayıflaması veya çökmesi, iktidar üzerindeki denetimi azaltarak Türkiye’nin demokratik dengeleri açısından ciddi bir tehdit oluşturur.
CHP’nin bu krizden çıkışı için tek yol, tarihine, kurucu değerlerine ve emekçi, demokrat tabanına yeniden dönmesidir. Acil ve radikal bir öz eleştiri, şeffaflık, birlik-beraberlik ve yeniden yapılanma sürecine ihtiyaç vardır. Bu süreç:
Koşulsuz şeffaflık ve hesap verebilirlik; Yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının parti yetkili organlarında önceden derhal incelenmesi, inceleme sonucunda iddialar kesinlik kazanırsa sorumluların istifası ve/veya haklarındaki soruşturmalar tamamlanıncaya kadar üyeliklerinin askıya alınması,
Liyakatli, parti kurucu değerlerini benimsemiş kadroların oluşturulmasını sağlayan, kişisel beklenti ve menfaatlerini de ön planda tutan kişileri engelleyen, ortak hedefler ve ideoloji doğrultusunda birlik ve beraberlik içinde hareket edilmesini sağlayan bir kurumsal yapının reorganizasyonu,
Diğer muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla “ben değil, biz” anlayışıyla alçak gönüllü ve kapsayıcı bir ittifak stratejisi ile mümkün olabilir.
Sonuç olarak, CHP sadece bir seçim yenilgisinin değil, bir varoluşsal krizin eşiğindedir. Partinin geleceği, bu krizi yönetme ve kendini yeniden inşa etme becerisine bağlıdır. Daha da önemlisi, CHP’nin bugünkü durumu yalnızca bir siyasi partinin değil, aynı zamanda bir ülkenin umutlarının, bir neslin hayallerinin ve onlarca yıllık emeklerin sınandığı bir arenadır. Bu süreç, Türkiye demokrasisinin sağlığı açısından hayati önem taşımaktadır.
Tercih ortadadır: Ya kişisel hırslar ve çıkar grupları uğruna bu köklü çınar ve ülkenin umudu kurumaya terk edilecek, ya da tarihe ve bu topraklara borcunu hatırlayan bir irade, partiyi yeniden halkın umudu haline getirmek için mücadele edecektir. Bu tercih, yalnızca birkaç kişinin değil, bu partiyi sahiplenen herkesin vicdanında yapılacaktır. Gelecek, bu vicdani ve ahlaki muhasebenin sonucuna bağlıdır.