AFET VE ACİL DURUM YÖNETİM BAŞKANLIĞI-(AFAD), Ülkemiz tarihinde yaşanmış en yıkıcı deprem felaketi olarak kayıtlara geçen 6 Şubat 2023 Pazarcık-Elbistan Kahramanmaraş Depremlerinin neden ve sonuçlarına ilişkin olarak 02 Haziran 2023 tarihinde yayımladığı raporunda özetle “…Depremler sonrasında bazı yerleşim bölgelerinde ciddi yüzey bozulmalarının tespit edildiği, kimi zeminlerde sıvılaşmalarla birlikte binalarda oturmalar olduğu, kimi yerlerde de yüzey deformasyonlarının doğrudan yapıların altından geçerek büyük hasarlara sebep olduğu, aynı zemin tabakası üzerinde az hasarlı ya da tamamen hasarsız komşu binaların da var olmasının, yıkımların sadece zemin kaynaklı olmadığı gerçeğini bir kez daha gösterdiği, Kolon, kiriş ve perdelerde düz donatının kullanıldığı, boyuna donatı boylarının kısa tutulduğu, iri çakıl ve tahta gibi yabancı unsurlara rastlanılması durumunun betonun gevrekliğini artırdığı, beton kalitesinin uygun ölçülerde olmadığı ve betonun kalıba tam olarak yerleştirilmediğinden dolayı taşıyıcı elemanlarda yer yer boşlukların olduğu, dere kenarından ya da denizden doğrudan alınan düz yüzeyli çakılların kullanıldığı, betonun sulanmadığı için yandığı, gevrek kırılmaların çokça yaşandığının tespit edildiği, Özellikle konut olarak inşa edilen binaların zemin katlarının ticarethane olarak kullanılacağı durumlarda, bu katların yumuşak kata neden olmayacak şekilde gerekli önlemlerin alınmadığı, Donatı-Betonarme yapıları oluşturan kiriş, kolon, perde duvar ve döşeme gibi elemanların içerisinde yer alan çelik malzemelerin cinsinin seçimi (düz donatı) ve işçilikteki kusurların, yer hareketi tarafından affedilmeyen başlıca olumsuzluk durumlarından biri olduğu, bu durumun bağımsız ve tarafsız kuruluşlar tarafından denetime tabi tutulmayan, kalfa ve inşaat işçilerinin yapı inşaatlarında çalıştırıldığının bir göstergesi olduğu…” tespitleri yapılmıştır.
Söz konusu raporda yer alan tespitler sadece bu bölgeye özel değildir, esasında ülkemiz gerçeğinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Maalesef ülkemizin tüm şehirlerinin konuşlanması ve genişlemesinde zemin durumuna pek dikkat edilmemiş, yapıların büyük bir çoğunluğu inşasından, denetimine ve üzerinde sonradan yapılan deformasyona kadar raporda dikkat çekilen eksiklikler ve hatalarla neredeyse birebir örtüşmektedir.
Buradan hareketle, depremin yol açtığı zemin kaynaklı hasarlardan daha çok, 1. ve 2. derece deprem kuşağında bulunan önemli büyüklükteki bir kısım il’lerimizdeki yapıların, olası deprem “afet” sonucunda ne ölçüde bir hasarla karşılaşabileceği ve depremin yıkıcı etkisini azaltmak üzere neler yapılabileceği öngörümüz bu yazının içeriğini oluşturmaktadır…
Bahsi geçen raporda zemin kaynaklı hasarlar dışında yıkım ve hasara yol açan en önemli nedenlerin yapısal ve denetim kaynaklı olması işaret edildiğinden, ülkemiz genelinde ve özellikle deprem fayları üzerinde ve/veya bu faylara yakın alanlarda konuşlanmış il’lerimizde 2001 yılı öncesi inşa edilen-yapılarla sonrası inşa edilen yapıların karşılaştırılması önem kazanmaktadır. Bu anlamda 2001 yılını milat olarak kabul edebiliriz.
2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetimi Hk. Kanun ve bu Kanun’un “…Can ve mal güvenliğini teminen imar planına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun, kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimi konusunda…” getirdiği hükümler yürürlüğe girmiş, 2010 yılından itibaren de tüm ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Günümüze kadar da içeriğinde pozitif yönde çok fazla sayıda ve önemli değişiklikler yapılmıştır.
2001 yılı öncesi inşa edilen yapıların, inşaat malzemeleri ve yapılan iş’in kalitesi, inşaat teknolojisinin kullanımı, yapı denetim ve kontrolü gibi yapının kalite ve sağlamlığını artıran unsurlar açısından 2001 yılı sonrası inşa edilen yapılara göre çok eksiklikleri vardır. Örneğin 1998 yılı öncesi hazır beton yaygınlaşmamış olduğundan inşaatlarda genellikle inşaat betonu el ile karıştırılarak dökümü yapılmıştır, kullanılan demir miktarı azdır, işçilik ve denetim zayıftır v.b..
4708 sayılı Yapı Denetimi Hk. Kanunun ülkemizin tamamında uygulanmaya başlandığı 2010 yılına kadar, yapılarda belli bir iyileşme sağlanmış olsa da gerek proje, gerekse malzeme ve denetimdeki yetersizlikler nedeniyle yapı denetimli binalar seviyesinde kaliteli ve sağlam bir yapılaşma olmamış, yığma bina yapımları da devam etmiştir.
Bu bilgiler ışığında aşağıda yer alan tablolara baktığımızda, gerek il bazında ve gerekse ülkemiz genelinde 2001 öncesi inşa edilen yapıların herhangi bir depremde yıkılmasının ve/veya hafif, orta ve ağır hasar alma olasılığının, yeni mevzuata göre inşa edilen yapılardan çok daha fazla olduğunu ifade edebiliriz.
Tablo:1’de, Ülkemizdeki 25.329.833 adet toplam yapı stokunun % 52.6’sının, 2001 yılı öncesi yapılan 11.024.393 adet (1980 yılı ve öncesi 3.179.805 adet, 1981 ve 2000 yılları arasında ise 7.844.588 adet yapı) yapı ile yapım tarihi belli olmayan 2.308.085 adet yapı toplamından oluştuğu; Bir diğer bakış açısıyla ülkemiz toplam yapı stokunun ancak % 47.4’sinin 2001 yılı sonrası inşa edildiği,
TABLO:1

Tablo:2’de ise, 1.ve 2.derece deprem kuşağında bulunan önemli büyüklükteki bir kısım illerimizin tamamına yakınında 2001 yılı öncesi yapılar ile yapım tarihi belli olmayan yapıların toplamının o ilin toplam yapı stokuna oranının % 50’den fazla olduğu (örneğin İstanbul’da toplam 4.755.086 adet yapı mevcuttur ve bu yapıların % 54’ünü oluşturan 2.581.607 adet yapı 2001 yılı öncesi inşa edilen yapılar ile yapım yılı belli olmayan yapı toplamından oluşmaktadır) hatta İzmir, Muğla, Aydın, Balıkesir, Manisa gibi illerde bu oranın % 60’lara kadar ulaştığı görülmektedir.
TABLO:2
(A)
2001 Yılı öncesi Yap. (B) (C)
ve İnşaat Tarihi Belli Toplam Yapı (A/B) Alınan Yapı (C/B) (A/B)+(C/B)
Olmayan Yapı Top. Stoku % Kayıt Belgesi % %
—————————– —————— —— ———————- ———— —————
İSTANBUL 2.581.607 4.755.086 54 317.089 7 61
İZMİR 893.705 1.503.086 59 329.778 22 81
BURSA 530.719 966.765 55 89.116 9 64
MUĞLA 215.522 362.287 60 178.089 49 109 (xx)
AYDIN 236.029 391.460 60 86.445 22 82
BALIKESİR 277.313 456.193 61 75.669 17 78
ÇANAKKALE 47.907 204.793 24 36.221 18 42
ANTALYA 401.342 858.107 47 163.892 19 66
ERZİNCAN 42.577 75.398 57 8.059 11 68
KOCAELİ 310.922 602.601 52 78.321 13 65
SAKARYA 166.721 312.767 53 68.873 22 75
BOLU 56.345 104.358 54 25.270 24 78
DÜZCE 59.818 119.700 50 15.485 13 63
MANİSA 278.272 475.046 59 49.867 10 69
DENİZLİ 194.422 353.281 55 70.058 20 75
YALOVA 54.275 95.085 57 10.048 11 68
ISPARTA 89.565 151.622 59 32.745 22 81
UŞAK 72.227 124.856 58 17.506 14 72
KIRŞEHİR 39.783 76.682 52 10.325 14 66
TOKAT 108.038 191.711 56 18.054 9 65
AMASYA 61.199 109.469 56 10.478 10 66
OSMANİYE 83.514 156.199 54 21.011 14 68
KIRIKKALE 54.110 91.553 59 10.295 11 70
ANKARA(x) 850.184 1.874.093 46 128.725 7 53
TÜRKİYE 13.322. 478 25.329.833 53 3.109.979 12 65
7.085.969 (X) 28
Kaynak: EURONEWS-2023, TÜİK-2022 Bina-Konut İstatistikleri
(X): iMAR Barışından Yararlanan Bağımsız Bölüm Sayısı
(XX):Muğla il’inin 2001 yılı öncesinde inşa edilen yapıları ile tarihi belli olmayan yapıları ve imar af’fından yararlanan yapı toplamlarının, veya toplam yüzdesinin toplam yapı stoku miktarından veya yüzdesinden fazla olduğunun görülmesi imar af’fından yararlanan yapıların belli bir kısmının aynı zamanda 2001 yılı öncesi yapılar ile yapım tarihi belli olmayan yapılar içinde olduğuna işaret etmekle birlikte Muğla için yıkılma ve/veya ağır hasar alma riskinin % 60 olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Aynı durum diğer illerimiz için de geçerlidir.
Yukarıda belirtildiği üzere yapı denetimine tabi tutulan ve tutulmayan yapıların ayrıştırılması kadar, herhangi bir deprem (veya afet) anında yıkım ve hasarı arttıran, maddi ve manevi kayıplara yol açan bir diğer önemli husus da İmar Af’ları-İmar Barışı’dır:
Yapılar, içinde bulunduğu dönemin İmar ve yapı denetim mevzuatlarına aykırı olarak inşa edilmiş olmasına rağmen, daha sonradan yürürlüğe konulan “İmar af’ları veya İmar Barışı” olarak ifade edilen yasal düzenlemelerle, sadece yapı malikinin/hak sahibinin beyanıyla meşrulaştırılmakta, bir diğer ifade ile resmileştirilmektedir. Bu konuda ülkemizde ilk düzenlemenin yapıldığı 1948 yılından itibaren 22 adet düzenleme ve/veya yasa yürürlüğe konulmuştur.
Esas itibariyle İmar af’fı (imar barışı) ile amaçlanan kaçak ve çarpık yapılaşmayı engellemek iken, maalesef yeni ve sonradan yapılan düzenlemelerle yıkım kararı ve/veya idari para cezası bulunan pek çok binanın “varsa” yıkım kararı ve idari para cezaları iptal edilmekte, kaçak ve/veya yapı denetimi yapılmayanlar üzerinde cins değişikliği yapılarak kat mülkiyeti tesis edilmekte, elektrik, su ve doğalgaz gibi imkanlar da sağlanmak suretiyle neredeyse teşvik söz konusu olmaktadır. Haliyle kaçak, göçek, herhangi bir mühendislik hizmeti görmemiş, projesine uygun yapılmamış, projesine uygun yapılmış olsa bile sonradan deformasyona uğramış yapılar, risksiz veya depreme dayanıklı hale getirilmediği gibi kentsel dönüşüm faaliyetlerinin de aksamasına neden olmuştur.
2018/3194 Sayılı İmar Kanununun Geçici 16. Maddesi doğrultusunda sadece en son uygulamaya alınan imar Barışı ile 5 milyon 849 bin konut ve 1 milyon 237 bin ticari olmak üzere toplam 7 milyon 86 bin adet bağımsız bölüm yararlandırılmış, bu kapsamda yaklaşık 3 milyon 100 bin adet de Yapı Kayıt Belgesi düzenlenmiştir.
Ülkemizde yaklaşık olarak 31 milyon konut ve 5 milyon ticari alandan oluşan toplam 36 milyon bağımsız bölüm-konut olduğu dikkate alındığında, son imar barışı ile toplam bağımsız bölümün-konutun yaklaşık % 20’sinin meşrulaştırılmış olması düşündürücüdür.
Tablo 2 deki verilerden, 1. ve 2. derece deprem kuşağında bulunan büyük ölçekli bir kısım il’lerimizde, en son yürürlüğe konulan İmar Barışı ile düzenlenen, bir diğer ifade ile vatandaşlar tarafından alınan yapı kayıt belgesinin, toplam yapı stoku içinde çok önemli bir paya ulaştığını, hatta İzmir, Aydın gibi büyük ölçekli il’lerde tapu kayıt belgesi alınan yapıların toplam yapı stoku içindeki paylarının % 22’ye kadar ulaştığı görülmekte olup; Ülkemiz genelinde ise bu payın % 12 olması, yani her 10 yapıdan yaklaşık 1 adetinin sadece son yapılan bir düzenleme ile İmar Barışına dahil olması kaygı vericidir.
Buraya kadar değinilen konular çerçevesinde, 2001 yılı öncesi inşa edilen yapıların sayısı ile birlikte yapım yılı belli olmayan yapıların sayısı ve imar af’fından yararlanmak suretiyle yapı kayıt belgesi alınan yapıların toplamlarının ülkemizdeki toplam yapı stokuna oranı, olası bir depremde yıkılma ve/veya ağır hasar alma riski olan yapıların maksimum oranını göstermektedir. Buna göre, örneğin İstanbul için % 61, İzmir için % 81, Bursa icin % 64 olan maksimum risk oranının, diğer il’lerimiz için de maalesef hiç de küçümsenemeyecek büyüklükte olduğunu Tablo 2 {(A/B)+(C/B)} sütunundan görmekteyiz; Buna göre, Ülkemizde binaların yarısından fazlasının riskli yapı sınıfına girdiğini, olası bir depremin yer ve şiddetine göre, yıkım ve hasarın büyük boyutlara ulaşacağını öngörmek çok zor olmadığı gibi, esasında alınacak tedbirlere de ışık tutmaktadır.
Ülkemizde bugüne kadar afetlerin önlenmesi ve/veya depremin en az maddi ve manevi kayıpla atlatılması ifadesi gündeme geldiği anda tüm paydaşların dile getirdikleri ilk kavram “Kentsel Dönüşüm” ve özellikle 2020 İzmir Depremi ve 6 Şubat Kahramanmaraşlı Depremler sonrası ise “Dirençli Kentler” olmuştur.
Gerçekten de depremlerin (Afetlerin) neden olacağı yıkım ve hasar ile tüm maddi ve manevi kayıpları minimize etmek için bütüncül bir yaklaşımı esas alan Kentsel Dönüşüm ve/veya Dirençli Kent olgusu üzerinde çalışmak gerekmektedir. Bunun için Şehir ölçeğinde imara/yerleşime açılacak bölgede “Mikrobölgeleme Etüt Raporları” ve “İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etüt Raporları” ile afetsellik durumunun belirlenmesi; Devamında diğer afet olasılıkları doğrultusunda Deprem Master Planının hazırlanması, imar uygulanarak kentin gelişim ve yerleşim stratejilerinin yeniden belirlenmesi ve bu bölgede “Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği” kapsamında binalar tasarlanarak “Yapı Denetimi Hakkında Kanununa” uygun bir şekilde yapıların inşa edilmesi esas olmakla birlikte;
6306 sayılı yasanın çıktığı 2012 yılından bugüne kadar (En son yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem verileri hariç) sadece %15-20 dönüşüm yapılabilmiştir; Oysa dönüşmesi gereken bina sayısı çok fazladır, örneğin Sadece İstanbul’da 1.3 milyon konuta denk gelen yaklaşık 200 bin yapının 7 ve üzeri şiddetindeki depremlerde ağır hasar göreceği veya kullanılmaz hale geleceği, Bursa ve İzmir illerimiz içinde meslek odaları beyanlarına göre toplam yapı stoklarının % 40’nın ağır hasar göreceği veya kullanılamaz hale geleceği ifade edilmektedir. Diğer il’lerimiz için de durum farklı değildir.
Yılda ortalama 23 binin üzerinde deprem meydana gelen, yaklaşık olarak topraklarının % 66’sı, toplam nüfusunun % 80’i ve sanayi tesislerinin de % 75’i büyük deprem riski altında bulunan ülkemizde bugüne kadar, çok büyük kaynaklar harcanarak projeler tasarlanmasına, konusunda uzman ve etkin bilim adamları, meslek odaları, kamu ve özel sektör yöneticileri de dahil olmak üzere çok fazla sayıda kişinin çalışma yapıyor olmasına rağmen, maalesef aşağıda belirtilen hususlar nedeniyle pek başarılı olunamamış ve/veya istenilen sonuçlara ulaşılamamıştır:
– Köyden kente göç nedeniyle oluşan gecekondulaşma ve sonrası çarpık kentleşme, zamanın yasa ve yönetmeliklerine aykırı olarak inşa edilen yapılaşma ve sonrasında bu aykırı yapılaşmayı meşrulaştıran imar af’ları,
– Bina, mahalle veya şehrin sanayi ve ticari mekanları da dahil olmak üzere bir bölümü veya tamamının deprem (veya başka bir afet) riski içermeyen zeminlerin olduğu arazilere kaydırılmasında (özellikle istanbul, izmir gibi büyük şehirlerde) yeterli büyüklükte yerleşim ve rezerv alan olmaması,
– Fiziksel, ekonomik ve sosyal hedefleri olan Kentsel Dönüşümün başarısında bütüncül ve çok boyutlu bir yaklaşıma ihtiyaç olmasına rağmen genellikle, yerel ve merkezi idarenin farklı farklı politika izlemesi,
– Kentsel Dönüşümün, eskiyen sanayi alanlarının yenilenmesi, tarihi alanların aslına uygun olarak korunması, yaşanılabilir, çevreye duyarlı, çağdaş ve modern bir kenti amaçlaması gerekirken, yaşanan depremler sonucunda yürürlüğe konulan 2012/6306 sayılı yasa ile Kentsel Dönüşümün fiziki mekanın dönüştürülmesi haline gelmesi,
– Bugüne kadar yapılagelen Kentsel Dönüşüm uygulamalarının genellikle Devletin toplu konut projeleri ile Belediyelerin gecekondu ıslahı ve mahalle dönüştürülmesi gibi ada bazlı olarak düşünüldüğünden, farklı stratejilerin bugüne kadar geliştirilmemesi,
– İmar düzenlemelerine dair rantsal bakış açısı ve uygulamalarının getirdiği sorunlar,
– Kentsel Dönüşüm için oldukça büyük ve ucuz mali kaynağa ihtiyaç varken, paydaşların bu ihtiyacı karşılamada ki yetersizliği, bugüne kadar da ihtiyacı karşılayacak bir finansman modelinin yaratılamaması,
– Kentsel dönüşüm faaliyetlerinde özellikle belediyelerin finansal kaynaklarının (para, personel,araç, gereç v.b.) yetersiz olması, dışarıdan kaynak bulma zorluğu, yanı sıra İller Bankası’nın bu konuda etkinliğinin ve desteğinin gittikçe azalması sonucu TOKİ, KİPTAŞ, BURKENT A.Ş gibi Belediye Şirketlerinin tek seçenek haline gelmiş olması,
– Paydaşlar olarak ifade edebileceğimiz Devlet, Belediye, Hak Sahipleri ve Müteahhitler arasında bir güvensizliğin oluşması: Müteahhit kar odaklı bir bakış açısına sahiptir, hak sahipleri ülkemizde genellikle en değerli ve güzel yerlerde oturduğu için pek olumlu yaklaşmamaktadır, hak sahipleri açısından mevcut evlerinin çok düşük bedelle ellerinden alınarak daha az değerli ev alacakları endişesi yerleşmiştir, bir çok dönüşümde binaların taahhüt edilen sürede bitirilmemesi, kira bedeli gibi taahhütlerin tam ve zamanında yerine getirilmemesi v.b. hususlar çekinceli davranışa neden olmaktadır.
– En önemli konulardan bir diğeri İstanbul ve bir iki il’imiz dışında ki il’lerimizde, özellikle son çeyrek yüzyılda yaşadığımız çok büyük depremlere rağmen en riskli ve büyükşehir ünvanlı Bursa, İzmir, Antalya, Balıkesir, Denizli, Manisa, Muğla, Aydın gibi il’lerimizde halen Deprem Master Planları yapılmamıştır.
– Kentsel Dönüşüm ve Dirençli Kent yaratmak için gerekli koşullara bugünden sahip olunsa bile, hayata geçirilmesi onlarca yıla ihtiyaç göstermektedir. Ancak bu zaman aralığında her zaman deprem, ve/veya diğer afetlerin olabileceğini de yadsınamaz bir gerçekliktir.
Bütün bunlara ilave olarak, Kentsel dönüşüm tek başına depremin olası yapısal zararlarını önlemez veya minimize etmez. Bu konuda zeminin sağlamlığı kadar yapının sağlamlığı da önemlidir.
Sonuç olarak:
Ülkemizdeki son çeyrek yüzyılda ki yıkım ve büyük hasarlı depremlere (1999 yılı Düzce, 2003 yılı Bingöl, 2011 yılı Van, 2020 yılı Elazığ, 2020 yılı İzmir ve 2023 yılı Kahramanmaraş Merkezli depremler) ilişkin yapılan tüm değerlendirme ve raporlarda: yapıların depremde ani göçmeye varan hasarlar almasının asıl nedeninin yönetmelik ve mevzuat şartlarının yetersizliğinden daha çok, talimat ve kurallara, tasarım ve inşaat aşamalarında yeteri kadar uyulmaması, kalitesiz malzeme ve işçilik uygulamaları, bugüne kadar bozuk zeminli yerlerde binalara emsal artış verilip katların yükseltilmesi-yani bir anlamda mülkiyet arttırılması, ruhsatsız ve kaçak olanlarında sonradan imar affı-imar barışı ile meşrulaştırıldığı hususlarına dikkat çekilmektedir.
Yukarıda ifade edildiği gibi Kentsel Dönüşüm ve Deprem Dirençli Kentler yapabilmek bir yandan ekonomik kaynakların yeterli olmaması, halkın depreme karşı bilinç ve bilgi düzeyinin henüz olgunlaşmaması, olgunlaşsa bile maddi yetersizlikleri, diğer yandan yıllar alacak bir çalışma gerektirdiğinden, olası maddi ve manevi kayıpları minimize etmek için bir taraftan Kentsel Dönüşüm ve Deprem Dirençli Kentler yaratmak üzere bilimsel, politik çalışmalar ve uygulamalar yapılmaya devam ederken (uzun vadelidir), başka alternatif çözüm yolları üzerinde çalışmak en akılcı yol olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok acil ve öncelikli olan, eğitim ile halkı bilinçlendirmek, tatbikat türü uygulamaları devreye sokmak ve en önemlisi yıkım ve hasar tehlikesi olan, yani riskli yapılar-binalar üzerinde çalışmak olmalıdır.
Bu amaçla, sınırlı olan kaynakları en verimli şekilde kullanmak suretiyle mevcut üst ve alt yapılar üzerinde yerel yönetim, merkezi yönetim, üniversite ve meslek odaları gibi kurum ve kuruluşların tamamı, vatandaşları da dahil etmek suretiyle hep birlikte, her bir yapı-bina özelinde bir analiz yapılarak risk durumunun tespit edilmesini sağlayacak bir yapı stoku envanterinin çıkarılması gerekmektedir.
Çünkü, Tablo 2 ile ortaya çıkan fotoğraf bize çok acil ve kısa vadeli önceliğin, mevcut Yapı Stoku envanterinin çıkarılması, buradan elde edilecek veriler doğrultusunda olası riskleri azaltmak için neler yapılması gerektiğine işaret etmektedir: 2001 yılı öncesi yapılan, beton kalitesi düşük, demir miktarı az, korozyona uğramış, yapı kalitesi düşük v.b esaslı unsurları eksik binalar ile, herhangi bir mühendislik hizmeti görmemiş, projesiz, kaçak-göçek yapılmış binalarla, projeye uygun yapılmış olsa da sonradan kolonları kesilmek, kaçak kat yapılmak gibi deformasyona uğramasına rağmen imar Af’ları dolayısıyla meşrulaştırılan binaların toplam sayısının o ilin mevcut yapı stokunun yarısından daha fazla olduğunu anlamaktayız.
Yapı stoku envanteri çıkardıktan sonra acilen güçlendirilmesi gereken veya yıkılıp yeniden yapılması gereken yapılar üzerinde neler yapılabilinir, güçlendirmek mi? Yeniden yıkıp yapmak mı? Taşınması veya kaydırılması mümkün ise, taşınabilir mi veya kaydırılabilir mi? Olası bir depremde konumu itibariyle yıkılması ve hasar görmesi halinde ulaşım ve iletişim kanallarını engelleyecek yapılar üzerinde nasıl bir çalışma yapılabilinir? Örneğin bu tür yapıların yıkılarak yerlerine, yeşil alan ve/veya toplanma yeri yapılması uygun olur mu? v.b soruların çözümleri üzerinde çalışılmalıdır.
Üst yapıdaki binalardan-yapılardan özellikle, hastane, itfaiye, belediye gibi kamu binaları incelendikten sonra içme suyu hatları, iletişim ve ulaşım hatları, köprü, menfez gibi alt yapı analizi yapılarak, yenilenmesi ve/veya güçlendirilmesi veya alternatiflerinin yenileri yapılarak depreme hazır hale getirilmelidir.
Bu veriler doğrultusunda alınacak tedbirlerle birlikte en çok yıkım ve hasarın nerelerde olabileceği öngörüsünden hareketle afetlere/depreme karşı acil eylem planları oluşturulmuş, daha az sayıda yapının yıkılması ve/veya hasar almasıyla, can kayıpları başta olmak üzere maddi ve manevi kayıpların riski minimize edilmiş olacaktır.
Ankara, 30.11.2024
Battal ÖZKAPICI