Ülkemizde toplumsal, siyasi, ekonomik ve hatta dini olaylarda olmasını istemediğimiz, özellikle ulusal boyutlu herhangi bir konu arzulandığı şekilde gerçekleşmez veya beklenilenin aksine sonuçlanırsa, tüm sorumluluk “dış güçler”e yüklenilir.
Dış güçleri, siyasi yelpazenin neresinde durduğumuza bağlı olarak bazen kendi fikir, sempati ve inanç alanımızın dışındaki kimseler ve olaylar, bazen de devletimizin, milletimizin refahını ve kalkınmasını istemeyen diğer ülkeler olarak düşünür ve/veya ifade ederiz.
Esasında, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak başka ülkelere bağımlı olan, diğer bir ifade ile gelişmekte olan ülkeler için “Dış güçler” ifadesi veya metaforu var olan bir gerçekliği de yansıtmaktadır.
Bağımlı olmak ya da bağımsız yaşayamamak, bir ülke halkının bilinçli veya bilinçsiz kendi tercihleri doğrultusunda olabileceği gibi, menfaatleri gereği özellikle emperyalist ülkelerin hibe, yardım, kredi, borç, ortak üretim, yatırım ve benzeri isimler altında yaptığı yardımlar/açtığı krediler/verdiği borçlardan da kaynaklanabilir. Bu durum küreselleşme ve vahşi kapitalizmin doğası gereğidir.
Bağımlı Ülkeler;
Bilim ve teknolojide yoksuldurlar,
Uluslararası yardımlar, dış borçlanmalar ve kredilerle, hatta bir değer ifade ediyor ise özkaynaklarını ucuza satarak veya özelleştirmelerden elde edilen gelirlerle ekonomilerini yürütmeye çalışmaktadırlar,
Nüfus artışları olağandan fazla olduğu için kaynaklar ve üretim her zaman yetersizdir,
Kırsaldan Kente olan yoğun göç dolaysıyla artan kentli nüfusun yarattığı eksik istihdam, zaten mevcut durumda yetersiz olan üretimi daha da azaltarak yoksulluğu arttırmaktadır,
Daha çok hammadde, tarımsal ürünler ve düşük teknoloji içeren mal ihracatı yaptıklarından, buradan elde elde edilen yetersiz gelir üretimlerinin artmasına, büyümelerine ve kalkınmalarına izin vermemektedir,
İşçilik, hammadde gibi üretim unsurlarındaki göreceli ucuzluk nedeniyle başka ülkelerden getirilip montajı yapılan ürünlerden elde edilen kazançlar, yüksek miktarda ekonomiye dahil edilen kayıt dışı paralar gibi spekülatif mali getiriler ekonomilerinde önemli bir yer tutar. Ancak, ne zaman ve ne miktarda ekonomiden çekilecekleri belli olmadığından olumsuz etkisi bakımından büyük bir risktir,
Sahip oldukları hammadeleri işlemeden sattıklarından hem daha az gelir elde ederler, hem de sözkonusu hammadelerin işlenmesinden kaynaklanacak katma değerden yoksun kalırlar, bir anlamda sömürgeleşir,
Öz kaynaklarını satmak suretiyle elde ettikleri paraların yanında, uluslararası piyasalardan aldıkları kredileri ve/veya borçları yüksek teknoloji gerektiren üretim ve istihdam artışı yaratacak sektörlerden daha çok, finansal açıklarını kapatmak veya katma değeri ve getirisi daha az (cari dönemde ihtiyaç göstermeyen, yol, köprü gibi ama popülaritesi fazla olan) sektörlerde kullanmaktadırlar,
Yukarıda belirtilen mali akımlar/getiriler, Gayri Safi Milli Hasılada (GSMH) dönemsel bir artış
yaratabilir. Ancak bunlar İstihdam yaratan ve modernleşme sürecini teşvik eden, üretime dönük ulusal ve uluslararası yatırımın sonucu olamadıklarından İstikrar sağlamazlar, bu tür dönemsel getirilerle ne yoksulluk azalır, ne de devlet çöker.
Kişilerin milli gelirden aldıkları payın düşük olmasının yanında gelir dağılımı da bozuktur, sadece çok az bir nüfus sanayileşmiş medeni ülkelerdekine benzer tüketim modellerinden ve yaşam standartlarından yararlanabilir; Düşük ve adil olmayan gelir paylaşımı da bilimsel ve kültürel kalkınmaya engeller.
Bir ülkenin bağımsızlığının en önemli göstergesi ekonomik bağımsızlığıdır. Ekonomik bağımsızlık dış güçlerin iç işlerine karışmasını engellemenin en büyük yoludur. Nitekim bu aşamada ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün,
“…Tam bağımsızlık elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir.”
“”Bugünkü savaşımlarımızın gayesi, tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tamlığı ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan mahrum olunca, o devletin bütün hayati kuruluşlarında bağımsızlık felce uğramıştır.”
“Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlık ile mümkündür.”
ifadelerinden de konunun önemi bütün açıklığı ile sergilenmektedir.
Ekonomik bağımsızlığı (ve dolaysıyla siyasi, sosyal ve kültürel bağımsızlık) sağlamak için, bilime ve teknolojiye çok fazla önem vererek araştırma geliştirme çalışmalarına yatırım yapmak, Üretim ve ihracatı sadece maden, tarımsal ürün, ağaç deri, içecek ve tekstil gibi ürünlerin oluşturduğu kısırlıktan kurtararak, yüksek teknoloji gerektiren ve uluslararası ticarette rekabet avantajı sağlayacak başta yazılım olmak üzere, elektronik araç, bio teknoloji, ilaç, petro – kimya, uluslararası iletişim araç gereç ve donanımları, ulaşım araçları, havacılık ve uzay sanayi alanlarına daha çok önem vermek gerekir.
Gerçek bağımsız bir ekonomi ve çağdaş, demokratik bir ülke olabilmek için belirtilen gerekliliklerin yanında, güvenilir ve işlevselliği olan çağdaş bir hukuk sistemi başta olmak üzere, tüm demokratik kurul ve kurumların aktif bir şekilde faaliyette olması gerekir. Aksi takdirde her açıdan üretim ve sermaye gücünü elinde bulunduran iç ve dış güçlerin güdümünde, demokrasiden yoksun, gelir dağılımı adaletsiz ve bozuk, spekülatif sermayenin etkin olduğu, siyasi olarak kayrılan kişiler nedeniyle kutuplaşan bir toplum ve soyguncu kapitalistlerden oluşan bir ülke yaratılmış olacaktır.
Saygılarımla