Ülke ekonomilerinde, emekliler, asgari ücretliler, memurlar ile diğer sabit gelirlilerin maaş ve ücretlerine en azından(refah payı dahi verilmeksizin) gerçek ve piyasada oluşan enflasyon rakamları üzerinden artış yapılması yerine, daha düşük oranlarda belirlenen resmi enflasyon rakamları üzerinden artış yapılmasının ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan kısa ve uzun vadeli bir kısım etkilerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;
Bütçe açığı geçici olarak düşer,
Devletin maaş ve sosyal harcamaları kısa vadede azalmakla birlikte, tüketim harcamaları üzerinden alınan özellikle Katma Değer Vergi gelirlerindeki azalma iç talebin zayıflamasına neden olur,
Merkez Bankası üzerinde para ve faiz politikası baskısı geçici olarak hafiflemiş gibi gözükse de, piyasa aktörleri (işletmeler, bankalar, yatırımcılar v.b.) fiyatlamalarını gerçek enflasyon tahminleri üzerinden yaptıkları için gizli enflasyon söz konusu olur,
Reel enflasyon esas alınarak artırılmayan maaş ve ücretler karşısında alınabilecek yerli ürün ve hizmetlerin her geçen sürede giderek azalmasının yanı sıra, ithal malların da pahalılaşması karşısında dolarizasyon, yani ulusal para yerine yabancı para kullanımı talebi artar,
Özellikle emekliler, memurlar ve asgari ücretliler gibi sabit gelir elde edenler gelirlerinin büyük bir kısmını gıda, konut ve enerji harcamalarına ayırmak durumunda kaldıklarından, her geçen sürede temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırlar,
…
Orta ve Uzun Vade’de:
Devam edegelen düşük ücret artışları orta sınıfın erimesine, gelir dağılımının özellikle emekli, memur, asgari ücretli gibi sabit gelir elde edenler aleyhine bozulmasına ve bu kesimler için yoksulluğun derinleşmesine yol açar,
İnsanlar ek gelir arayışına gireceklerinden gayri kanuni ve gayri ahlakı olaylar artar, kayıt dışı ekonomi büyür,
Ücretlerin reel enflasyonun gerisinde kalması sonucu iç talep düşer, şirketler yatırım yapmaktan imtina eder, yabancı yatırımcı da manipülasyon dolayısıyla uzun vadeli yatırımlardan kaçınacağından ekonominin büyüme yavaşlayacak ve işsizlik artacaktır,
Sosyal dengeler bozulur, insanlar düşük ücretli ve sosyal güvencesi olmayan işlerde çalışmak zorunda kalır, özellikle kalifiye ve nitelikli işgücü ve beyin göçü yaşanır,
Devlet kurumlarına (TÜİK, T.C Merkez Bankası gibi) olan güven sarsılır,
“Enflasyon vergisi” algısı yerleşir, vatandaşlar tasarruf yapmaktan vazgeçer,
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları nezdinde riskli ülke pozisyonu oluşacağından, uluslararası piyasalardan borçlanma/kredi temininde zorluklar yaşanır, yanısıra borçlanma daha maliyetli da olur,
Gelir dağılımını bozarak zengin-yoksul uçurumu derinleşir,
…
Bu çerçevede ülkemize ait aşağıdaki tabloya baktığımızda TÜİK verileri ile İTO (İstanbul Ticaret Odası) ve ENAG (Enflasyon Arastırma Grubu) verileri arasında çok büyük bir uyumsuzluk olduğu görülmektedir;
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE %)
TÜİK İTO ENAG
———— ——– ————–
2025 Mayıs 35.41 46.60 71.23
2024 44.38 55.27 83.40
2023 64.77 87.41 128.19
2022 64.27 98.72 137.55
2021 36.08 53.17 82.81
2020 14.60 17.50 28.05
Açıklanan resmi enflasyon % 35.41 iken gerçek enflasyon % 71.23 ise, aylık ve ücretlerde %35.41 artış yapılan bir emeklinin, asgari ücretlinin, memurun ve diğer sabit gelirlilerin satın alma gücü %35.82 oranında azalmış, bir diğer ifadeyle gelir erezyonu bu oranda olmuştur.
Ülkemizde TÜİK verileri esas alınarak belirlenen zam politikalarının gelir eşitsizliğini derinleştirdiğini, yine TÜİK’in açıkladığı 2024 yılı gelir dağılımı istatistiğinden görebiliriz. Buna göre en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48,1 iken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun payı ise yüzde 6,3’dür.
Ayrıca, Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi (Eurosat) 2024 açıklamalarında ölçü aldıkları Gini katsayısına(kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılır) göre:
Avrupa gelir dağılımı eşitsizliğinde Ülkemiz ilk sırada yer alıyor, dünyada ise 130 ülke arasında 28.sırada bulunuyor; Ayrıca,
En zengin yüzde 1’lik kesimin milli gelirden en fazla pay aldığı ülke durumundadır(En zengin yüzde 1’lik kesimin milli gelir içindeki payı yüzde 14,6 ‘dır).
Maaş/Ücret artışlarının TÜFE’ye etkisi, bu maaş ve ücretlerle enflasyon sepetinde ve kişilerin yaşamlarında en önemli yer tutan Gıda, Konut, Sağlık, Ulaşım için yapılan harcamalar üzerinden yansır (Döviz Kuru ve Maliye Politikaları hariç). Dolayısıyla, TÜİK’in 2024 yılı TÜFE sepetinde Konut ve Kira % 17.8, Gıda 26.6, Ulaşım %18.1 ve Sağlık % 4.3 olarak belirtilmesinden yola çıkarak Temmuz 2025 yılında emekli ve memurlar ile sabit gelir elde edenlerin maaş ve ücretlerinde yapılacak yaklaşık % 16 oranındaki bir artış TÜFE üzerinde en fazla % 3 – 4 oranında bir artış yapabileceği öngörülebilir.
Özetle sonuç ve Öneriler:
Düşük zam politikası sürdürülebilir değildir. Düşük gelir grupları (emekliler, asgari ücretliler, sabit gelir elde edenler) enflasyon karşısında hızla yoksullaşırken, yüksek gelirliler (döviz varlıklı kesim, iş dünyası) servetini hızla arttırmaktadır. Fedakarlıklar sürekli olarak sadece toplumun belli bir kısmı için geçerli olmamalıdır.
Şeffaf enflasyon hesabı yapılarak TÜİK’e olan güvenilirliğinin sağlanması ve/veya bağımsız kurumlarca doğrulanabilir veriler esas alınmalıdır,
Enflasyonun kayıpları için özellikle düşük gelir gruplarını koruyan ve reel kayıpları telafi eden zam politikası uygulanmalı, Emeklilere ve asgari ücretlilere ek yardımlar (gıda kartı, enerji desteği gibi) sağlanmalıdır,
Üretim odaklı ekonomi politikaları benimsenmeli ve enflasyonun yapısal nedenlerinin çözülmesi gerekmektedir.
Bu durum sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve siyasi istikrar sorunsalıdır; Aksi halde, “enflasyon-fakirleşme-siyasi gerilim” kısır döngüsü derinleşerek kalıcı hale gelebilir.
Ankara, 26.06.2025