Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu yapısal sorunlar, aslında geçmişten gelen bir dönüşüm başarısını hatırlatıyor. Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Osmanlı’nın son döneminde ülke büyük borçlar, dışa bağımlılık ve savaş yıkımı içindeydi. Atatürk bu durumu tersine çevirmek için hem milli hem de modernleşmeye uygun adımlar attı, diğer bir ifade ile bağımsızlıkçı ve kalkınmacı ekonomi politikaları uyguladı. Osmanlı’dan kalan ağır borçları yüklenmesinin yanı sıra genç cumhuriyet, 1929 Buhranı ve İkinci Dünya Savaşı gibi küresel çalkantılara rağmen kayda değer bir kalkınma hamlesi gerçekleştirdi. O dönemde temel sanayi tesisleri kuruldu, enflasyon kontrol altında tutuldu ve bütçe disiplininden ödün verilmedi. Millî bir devletçilik anlayışıyla, öz kaynaklara dayalı ve istikrarlı bir büyüme modeli inşa edildi.
Ne var ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren bu öz kaynaklı ve istikrarlı kalkınma paradigması terk edildi. Türkiye ekonomisi; dış borcu sürekli artan, sıcak para girişine bağımlı hale gelen, enflasyonla kalıcı şekilde baş edemeyen ve bu nedenle de sürdürülebilir büyümeyi yakalayamayan bir yapıya evrildi. İşte bu tarihsel kırılma, bugün ihtiyaç duyulan ekonomik dönüşümün hem aciliyetini hem de mümkün olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek sunuyor.
Türkiye’nin yeniden üretim odaklı, disiplinli ve milli bir ekonomi modeline dönüş yapabilmesi için konjonktüre bağlı olarak aşağıda belirtilen ve yapısal dönüşüm için gerekli politikalar zaman zaman öneriliyor olmasına rağmen bir kez daha vurgulayalım:
Mali Disiplin ve Kurumsal Güvenilirlik: Erken cumhuriyet döneminin temelini oluşturan mali disiplin, günümüzde de vazgeçilmez öneme sahip. Kamu harcamalarının verimliliğinin artırılması, sübvansiyonların rasyonelleştirilmesi, vergi tabanının genişletilmesi ve adil bir vergi sistemine geçilmesi bütçe dengesi için elzemdir. Aynı zamanda Merkez Bankası’nın operasyonel bağımsızlığının güçlendirilmesi ve enflasyon hedeflemesinde kararlı davranılması, diğer düzenleyici kurumların ise şeffaf ve hesap verebilir bir yapıda işlemesi, makroekonomik istikrarın temel taşlarını oluşturacaktır.
Enflasyonla Bütüncül Mücadele: Kronik enflasyon, Türkiye’nin en temel makroekonomik sorunudur. Etkili bir mücadele için para politikasının tek odağı enflasyon olmalı ve politika faizi, enflasyon beklentilerini dengeleyecek şekilde belirlenmelidir. Ayrıca, döviz kuru ve enerji fiyatlarındaki oynaklığa karşı yapısal tedbirler alınmalıdır.
Cari Açığın Kalıcı Olarak Azaltılması: Cari açık, ekonominin dışa bağımlı yapısının bir sonucudur. Bunun kalıcı olarak çözümü için enerji bağımlılığını azaltacak yenilenebilir enerji yatırımlarının (rüzgar, güneş, jeotermal) teşviki, nükleer santrallerin devreye alınması ve enerji verimliliği projelerinin hayata geçirilmesi kritik öneme sahiptir.
- İthalata dayalı üretim yapısından kurtulmak için ara malı üretiminin desteklenmesi ve katma değeri yüksek, teknoloji odaklı ihracatın (elektrikli araçlar, savunma, yazılım) payının artırılması gereklidir.
- Turizm ve hizmet gelirlerinin artırılması amacıyla yüksek gelirli turizm segmentine yönelik yatırımların yanı sıra, sağlık ve eğitim turizmi gibi alanlarda markalaşmaya gidilmelidir.
Sürdürülebilir Dış Borç Yönetimi: Kısa vadeli spekülatif sermaye yerine, uzun vadeli doğrudan yabancı yatırımların çekilmesine odaklanılmalıdır. Döviz cinsinden borç stokunun milli gelire oranının makul seviyelere çekilmesi ve vade yapısının uzatılması, ekonomiyi dış şoklara karşı daha dirençli kılacaktır.
Beşeri Sermaye ve İstihdam Politikaları: Genç nüfus potansiyelini verimli kılmanın yolu, nitelikli insan kaynağından geçer. İlkokuldan yükseköğretime kadar eğitim kalitesinin artırılması, Ar-Ge ve inovasyon odaklı müfredatın yaygınlaştırılması ve mesleki eğitimin sanayinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi şarttır. Ayrıca, özel sektörün Ar-Ge ve patent üretimini teşvik edecek vergi destekleri ve üniversite-sanayi iş birliklerinin somut çıktılara dönüştürülmesi gerekmektedir.
Hukuk ve Yargı Reformu: Uzun vadeli yabancı yatırımların önünü açmak için yargı bağımsızlığı, sözleşmelerin güvenilirliği ve fikri mülkiyet haklarının etkin korunması hayati önem taşımaktadır.
Jeopolitik Konumu Ekonomik Avantaja Dönüştürmek: Türkiye’nin coğrafi konumu, bir yük olmaktan çıkarılıp stratejik bir fırsata dönüştürülebilir. Savunma sanayi ihracatı bir kaldıraç olarak kullanılabilir; Aynı şekilde lojistik ve enerji koridoru olma potansiyeli, altyapı yatırımlarıyla desteklenerek ekonomiye katkı sağlayabilir.
Esasında, Türkiye genç ve dinamik nüfusu, girişimci özel sektörü ve jeostratejik konumuyla kapsamlı dönüşüm için büyük bir potansiyele sahiptir. Daha da önemlisi bu dönüşümü çok daha zor koşullarda gerçekleştirmiş tarihi birikimi de var. Disiplinli planlama, üretim odaklılık ve milli irade ile nelerin başarılabileceğini geçmişte göstermiş bir ülke olarak, bugün de aynı kararlılığı sergilememiz mümkündür.
Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için iki husus çok önemlidir; Bunlardan ilk’i siyasi irade, toplumsal mutabakat ve kurumsal kapasitedir.
İkincisi de zaman’dır; En az 15-25 yıllık istikrarlı ve tutarlı bir uygulama süreci gereklidir. Bu süreç üç aşamada ele alınabilir: İstikrar ve Konsolidasyon, yani enflasyonun kontrol altına alınması, mali disiplinin sağlanması ve acil yapısal reformların hayata geçirildiği, büyümenin nispeten düşük seyredeceği bir dönem için 0-5 yıl. Yapısal Dönüşüm ve Büyüme yani, Reformların meyve vermeye başladığı, yatırımların verimliliğinin arttığı ve potansiyel büyümenin yükseldiği bir dönem için 5-15 yıl ve ekonomik yapının gelişmiş ülkeler seviyesine yaklaştığı, kişi başına gelirin hızla arttığı ve teknolojik inovasyonda öne çıkılan süreç için de 15-25 yıl.
Güney Kore 1960’lardan itibaren eğitim, AR-GE ve ihracata dayalı büyüme modeliyle kişi başı gelirini 20 kat artırdı. Almanya enerji verimliliği, yüksek teknoloji üretimi ve kurumsal kapasiteyle Avrupa’nın lokomotifi oldu. Polonya AB üyeliği sonrası yapısal reformlar ve AB fonlarıyla kişi başı gelirini 3 katına çıkardı.
Türkiye benzer bir dönüşümü ancak siyasi istikrar, kurumsal reformlar ve uzun vadeli planlama ile gerçekleştirebilir. Gerçekçi olan tek yol ekonominin DNA’sını değiştirecek, sabır ve özveri isteyen ancak nihai hedefe ulaştıracak olan uzun vadeli, yapısal reformlar maratonuna tarihi deneyimimizden ilham alarak cesaretle başlamak ve kararlılıkla sürdürmektir. Kısa vadeli, popülist politikalarla “gün kurtarmak”, sorunları ötelemek yıllardan beri kendimizi kandırmaktan ve havanda su dövmekten öteye geçmemiştir.