Yastık Altı Altınlar Bir Güvence mi, Yoksa İsraf Edilen Bir Servet mi?
Türkiye ekonomisinin belki de en büyük paradoksu, hem bireyler hem de ülke için bir güvence olan “yastık altı altınların” aynı zamanda potansiyel bir kalkınma rezervi olarak atıl kalmasıdır. 5.000 ila 7.000 ton arasında olduğu tahmin edilen bu altın, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) yaklaşık 700 tonluk resmi rezervlerinin 5-7 katına denk gelmekte ve GSYH’nın %40-60’ına eşdeğer bir büyüklüğü temsil etmektedir.
Yastık altı stoku, bir güvence olmanın ötesinde, ekonomi için harekete geçirilmeyi bekleyen devasa bir potansiyeli temsil eder. Bu “uyuyan devi” uyandırmak, Türkiye için stratejik bir önceliktir.
Bu kadar büyük bir servetin ekonomi dışında kalmasını aşağıdaki nedenlere bağlayabiliriz;:
Kuşaklararası Güven Aktarımı, Sosyal Statü ve Ritüeller gibi birbiriyle bağlantılı olan Kültürel ve Psikolojik nedenler: Altın, nakit paradan farklı olarak “aile yadigarı” ve “gelecek nesillere bırakılacak bir miras” olarak görülür. Bankaya yatırılması bu süreklilik duygusunu zedeleyebilir. Altın takılar, düğünlerde, sünnetlerde sadece bir hediye değil, aynı zamanda ailenin sosyal statüsünün ve misafirperverliğinin bir göstergesidir. Bu ritüeller, fiziki altın akışını sürekli canlı tutar.
Ekonomik Sistemde Derinlere Kazınmış Güvensizlik ve Kronik Yüksek Enflasyon: Türkiye’de nesiller boyu süren yüksek enflasyon, vatandaşların TL cinsinden varlıklarına duyduğu güveni derinden sarsmıştır. Altın, enflasyon karşısında değerini koruyan “güvenli limandır”. Geçmişte yaşanan bankacılık krizleri ve istikrarsız dönemler, “varlığın fiziken elde tutulması” gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir. “Bankaya güven olmaz” algısı, özellikle yaşlı nüfus nezdinde hala güçlüdür.
Finansal Okuryazarlık ve Ürün Eksikliği: Geleneksel altın alışkanlığının dışında, borsada işlem gören altın fonları (ETF’ler), altına dayalı kira sertifikaları gibi enstrümanlar yeterince tanınmamakta ve anlaşılmamaktadır.
Vergi ve Kayıt Dışılık Korkusu: Altınlarını kayıt altına aldırmak isteyen bireyler, bunun gelecekte olası bir vergi matrahı olarak kullanılmasından veya kaynağının sorgulanmasından endişe duymaktadır.
Basitlik Tercihi: Altın almak ve çekmeceye koymak, karmaşık finansal işlemlerden çok daha basit ve anlaşılırdır.
Türkiye, dünyanın en büyük altın ithalatçılarından biridir. Kuyumcuların sattığı ziynet altınların ve külçelerin büyük bir kısmı, yurtdışından ham (işlenmemiş) altın ithal edilerek üretilir. Bu ithalat, cari işlemler dengesinde “dış ticaret açığı” kalemi olarak yer alır ve cari açığımızı doğrudan artırır. Dolayısıyla, Bankalar ve rafineriler piyasanın ihtiyaç duyduğu altının bir kısmını yurtdışından ithal etmek yerine vatandaşların getirdiği yerli kaynaktan karşılayabilirse bu durum döviz çıkışını doğrudan azaltan bir etki yapar. Örneğin, 100 ton altın sisteme girse ve bu, 100 tonluk ithalatı engellese, yaklaşık 6-7 milyar ABD Doları mertebesinde bir döviz tasarrufu sağlanır.
Rafine edilip standart hale getirilen bu altınlar, sadece iç piyasanın ihtiyacını karşılamakla kalmaz, aynı zamanda uluslararası piyasalara ihraç edilebilir veya mücevherat sektöründe işlenerek katma değerli bir ihracat ürününe dönüştürülebilir. Bu da cari açığı azaltıcı bir gelir kalemi yaratır.
İthalatın azalması ve ihracatın artma potansiyeli, cari açık üzerinde çift yönlü iyileştirici bir baskı oluşturur. Bu, enflasyonla mücadelede ve Türk Lirası’nın değer istikrarında kritik öneme sahip bir parametredir.
Yastık altındaki altın, ekonomik bir döngüye katılmayan “ölü sermayedir”. Bankalara getirildiğinde, bankalar bu altınları bilançolarında bir varlık olarak tutar. Bu varlığı, TCMB’ye rehin göstererek TL likiditesi elde edebilirler veya doğrudan altın bazlı krediler (üreticilere, ihracatçılara, KOBİ’lere) açabilirler. Yani ekonomimiz için ölü bir sermayeden canlı bir krediye dönüşümü ifade eder.
Özellikle başta KOBİ’ler olmak üzere reel sektör için yaratılacak bu yeni kredi imkanları, büyüme ve istihdam üzerinde doğrudan pozitif etki yaratacaktır. Altın, teminat değeri yüksek ve evrensel kabul gören bir varlık olduğu için, bankalar için de risksiz bir kredi verme aracına dönüşür.
TCMB, ekonomiyi yönetmek için faiz, zorunlu karşılık oranları gibi araçlar kullanır. Bu altınlar finansal sisteme çekildiğinde, TCMB, piyasadaki toplam “para benzeri” varlıkların (para arzının) daha büyük bir kısmını kontrol altına alır, Enflasyon hedeflemesi gibi politikaları uygulamak için daha net bir zemin elde eder, böylece de finansal istikrarı sağlama kapasitesi artar.
Bireyler açısından fiziki saklama riskleri (hırsızlık, kayıp, yangın) ortadan kalkar. Ayrıca, altın sadece fiyat artışından değil, “altına dayalı kira” veya faiz benzeri getirilerle de değerlendirilebilir hale gelir.
Kayıt dışı ekonominin bir parçası olan bu büyük varlık sınıfı, kayıt altına alınarak şeffaflaşır ve denetlenebilir hale gelir.
Yastık altı altınların finansal sisteme entegre edilmesi, ekonomiye çok katmanlı ve güçlü bir pozitif şok etkisi yaratacaktır. Türkiye’nin yastık altı altın sorunu, aslında bir güven ve finansal inovasyon sorunudur. Bu devasa potansiyeli harekete geçirmek için, sadece vatandaşı suçlayıcı değil, onun ihtiyaçlarını, korkularını ve alışkanlıklarını anlayan çözümler üretmek gerekmektedir. Geleneksel “altın mevduatı” kampanyaları bugüne kadar tek başına yeterli olmamıştır. Bu nedenle, kültürel direnci kıracak, güveni tesis edecek ve likiditeyi maksimize edecek yenilikçi modellere ihtiyaç vardır. Bu modeller var mıdır? Tabii ki vardır…