Mayıs 2023 tarihinde yapılan (Genel) Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yine Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP) ve/veya Cumhur ittifakı kazanmış, sonucunda 2028 yılına kadar “şimdilik” 26 yılı bulacak iktidarını sürdürme imkanına kavuşmuş oldu.
AKP ve/veya Cumhur İttifakı 2002, 2007, 2015, 2018 Genel Seçimleri’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çoğunluğunu elde ederek Hükümeti oluşturmuş; 2014 Yerel Seçimlerinde 56 il’de, 2019 Yerel Seçimleri’nde ise 50 ilde oy çoğunluğu ile Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını kazanmış (2019 yılında Büyükşehir Belediye Başkanlıkları’nın önemli bir kısmını kaybetmesine rağmen, Belediye Meclis Çoğunluğunu kazanmıştır); 2014, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de ortak adaylarını Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak seçtirmişlerdir.
Ülkemizdeki son 21 yıla ait seçim sonuçlarına baktığımızda, Muhalefet bugüne kadar ülkenin yönetimi ile ilgili seçmeni ikna edecek bir politika henüz ortaya koyabilmiş değildir. Tarih Tekerrür Etmektedir.
Her bir seçimde, AK Parti’nin nisbi oy oranı dalgalı bir seyir izlese de ilk iktidara geldiği 2002 yılından itibaren, seçimleri kazanacak kadar oy oranlarını hep korumuşlardır.
Ülkemiz, hatta dünya demokrasi tarihinde bu kadar uzun süre iktidarda kalabilmek çok istisnai bir durumdur. Bu istisnai durumun gerçekleşmesine neden olan unsurlar nelerdir? Sorusunun cevabı çok kapsamlı siyasi, ekonomik ve sosyolojik bir analizi gerektirmekle birlikte, burada halkın yoksulluk düzeyi ile birlikte kendilerine yapılan sosyal transferlerin/yardımların zaman içerisindeki değişiminin siyasi tercihlerinde ki etkisi değerlendirilecektir.
Genel bir ifadeyle Sosyal yardımı, bir ülkenin ihtiyaç duyan yurttaşlarına devlet tarafından yapılan her türlü maddi/manevi destek şeklinde tanımlayabiliriz. Ülkemizde Sosyal Yardımlar, Belediye ve Vakıf gibi kuruluşlarca yapılanlar ayrık olmak üzere “Bütünleşik” bir yapı içerisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde organize edilerek gerçekleştirilmektedir. Söz konusu yardımlardan Gıda yardımlarını, Sosyal konut projelerini, Barınma yardımlarını, Yakacak yardımlarını, Eşi vefat etmiş kadınlara yönelik yardımları, Öksüz ve yetim yardımlarını, Muhtaç asker ailelerine yönelik yardım programlarını, Doğum yardımlarını, Eğitim yardımlarını, 2022 sayılı kanun kapsamında uygulanan engelli yardımlarını, Afet yardımlarını, Şehit yakınları ve gazilere yönelik yardımları ve Şartlı sağlık yardımları gibi yardımları örnek olarak gösterebiliriz. Bu şekilde yaklaşık 50 adet yardım çeşidi bulunmaktadır.
Aşağıda, 2017 yılından itibaren devletçe sosyal yardım yapılan/sosyal yardım alan hane halkı ve hane halkını oluşturan ortalama birey sayısını gösteren tablo yer almaktadır. Buna göre her yıl bir önceki yıla göre yardım alan/devletçe yardım yapılan hane sayısının devamlı olarak arttığı görülmektedir; 2017 yılında sosyal yardım yapılan hane sayısı 3.201.253’den (11.012.310 kişi) 2022 yılında 4.429.286 haneye (14.627.837 kişi) ulaşmıştır. Tabloda belirtilen yıllar için pandemi döneminde yapılan yardımlar ve Belediye ve vakıflarca yapılan sosyal yardım sayıları söz konusu sayılara dahil edilmemiştir.

Aşağıda ise Genel Sağlık Sigortası (GSS) devletçe ödenen kişi sayılarını gösteren tablo yer almaktadır. Buna göre, 2017 yılında 6.732.639 kişinin GSS’ı devletçe karşılanırken, 2022 yılı itibariyle bu sayı 9.488.841 kişiye ulaşmıştır.

Sadece bu iki tabloda yer alan verilerden, sosyal yardım yapılan kişi sayısının her yıl önemli bir oranda arttığı, 2022 yılı itibariyle de sosyal yardım yapılan kişi sayısının toplam nüfusa oranının yaklaşık % 30’a kadar ulaştığı görülmektedir.
Diğer taraftan, sosyal yardım yapılan hane sayısı/kişi sayısı artmasına rağmen, aşağıdaki tablodan da GSYH içindeki sosyal yardım harcamalarının özellikle 2022 yılında düştüğü görülmektedir.

Buradaki verilerle nisbi olarak, sosyal yardım talep eden kişilerin artış oranından daha az bir oranda artan, 2022 yılında da önemli bir oranda azalan sosyal yardım tutarı ile, her ne kadar burada rakamsal olarak değinilmese de günlük yaşantımızdan bildiğimiz emeklilere yapılan sosyal transfer harcamalarındaki oransal azalma, her geçen yıl ülkemizdeki yoksulluğun biraz daha arttığını göstermektedir.
Ayrıca bir ekonomide yaratılan gelirin nüfusa göre paylaşımı/bölüşümü de o ülkedeki yoksullaşmanın ne kadar bir nüfusa etki ettiğini gösterir. Bu anlamda literatürde kriter olarak daha çok iki veri kullanılmaktadır; Bunlar, toplumun en yüksek gelir elde eden %20’sinin veya (%10’nun) elde ettiği payın en düşük gelir elde eden %20’sinin veya (%10’nun) elde ettiği paya oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 (P90/P10) oranı ve GİNİ KATSAYISI’dır. Bu verilerden yararlanmak suretiyle, diğer bir ifade ile gelirden alınan payları nüfusa göre ölçümlemek suretiyle sosyal yardıma ihtiyaç duyan kişilerin veya yoksulluğun artıp artmadığını değerlendirebiliriz;

Yandaki tabloya göre, 2022 yılı itibariyle, toplumun en yüksek gelir elde eden %20’sinin elde ettiği payın, en düşük gelir elde eden %20’sinin elde ettiği paya oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranının 7,6’dan 7,9’a yükseldiğini, yani gelir eşitsizliğinin arttığını; gelirden en fazla pay alan %10’unun elde ettiği gelirin en az pay alan %10’unun elde ettiği gelire oranı şeklinde hesaplanan P90/P10 oranının ise 13,7’den 14,2’ye yükseldiğini, yani en yüksek gelirli %10’un, en düşük gelirli %10’dan 14,2 kat fazla gelir elde ettiğini söyleyebiliriz.
Tablonun geneline bakıldığında düşük gelirli guruplar lehine gelir eşitsizliğinin azalmadığı görülmektedir.
Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan Gini katsayısı ise, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eder; Buna göre 2022 yılında bu katsayının 0.415’e çıktığını ve yıllar içinde gittikçe sıfırdan uzaklaştığını yani gelir dağılımının bozulduğunu görmekteyiz.
Buradaki verilerle nisbi olarak, sosyal yardım talep eden kişilerin artış oranından daha az bir oranda artan, 2022 yılında da önemli bir oranda azalan sosyal yardım tutarı ile, her ne kadar burada rakamsal olarak değinilmese de günlük yaşantımızdan bildiğimiz emeklilere yapılan sosyal transfer harcamalarındaki oransal azalma, her geçen yıl ülkemizdeki yoksulluğun biraz daha arttığını göstermektedir.
Ayrıca bir ekonomide yaratılan gelirin nüfusa göre paylaşımı/bölüşümü de o ülkedeki yoksullaşmanın ne kadar bir nüfusa etki ettiğini gösterir. Bu anlamda literatürde kriter olarak daha çok iki veri kullanılmaktadır; Bunlar, toplumun en yüksek gelir elde eden %20’sinin veya (%10’nun) elde ettiği payın en düşük gelir elde eden %20’sinin veya (%10’nun) elde ettiği paya oranı şeklinde hesaplanan P80/P20(P90/P10) oranı ve GİNİ KATSAYISI’dır. Bu verilerden yararlanmak suretiyle, diğer bir ifade ile gelirden alınan payları nüfusa göre ölçümlemek suretiyle sosyal yardıma ihtiyaç duyan kişilerin veya yoksulluğun artıp artmadığını değerlendirebiliriz;
Sonuç olarak; Türkiye’de yoksulluğu önleme amaçlı yapılan sosyal transfer harcamalarının (Emekli, dul, yetim maaşları, sabit gelirlilere ödenen ücretler) ve sosyal yardımların yoksullukla mücadelede yetersiz kaldığı ve etkili olmadığı, yıllar içinde yoksulluğun ve buna bağlı olarak sosyal yardım talebinin arttığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
TÜİK’in 2022 yılı Yoksulluk ve Yaşam Koşulları dair, toplumun genel düzeyinin altında bir gelire sahip bireylerin nisbi olarak yoksul sayıldığı araştırmada, eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert medyan gelirinin (burada yoksulluk sınırı 24.845,-TL’dir) yüzde 70’i baz alındığında yoksul sayısı 24 milyon 460 bin kişi, yoksulluk oranı da %29,3 olarak belirtilmektedir.
Ülkemizde belirli dönemler itibariyle kısmen düşse de kronik bir hal alan ve özellikle son yıllarda hızlı yükseliş gösteren enflasyon, önümüzdeki dönemlerde toplumda gelir dağılımını ücretliler ve sabit
gelirliler aleyhine daha da bozacağından, söz konusu yoksulluk oranının daha da artacağı tartışılmaz bir gerçekliktir.
Bu durum halkın siyasi tercihlerine nasıl yansımaktadır? Siyasi tercihlerini ne yönde etkilemektedir?
Sosyal devlet, bireylere asgari gelir güvencesi veren, onları toplumsal risklere karşı koruyan, sosyal güvenlik olanağı sağlayan ve yurttaşların tümüne eğitim, sağlık, barınma gibi hizmetleri sunan bir anlayışı ifade eder. Nitekim bu anlayış Cumhuriyetimizin niteliklerinin ifade edildiği Anayasamızın 2.maddesinde “Türkiye Cumhuriyet, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” şeklinde ifade edilmiştir.
Bu ilke doğrultusunda, yoksulluk ve/veya sosyal yardımlar öncelikle bireylerin değil kamunun sorumluluğunda, devletin diğer aktörlerle birlikte aktif katılımı ve politik kararlılığı ile sürdürülen ekonomik, sosyal, politik ve kültürel boyutları olan ve çok yönlü çözüm gerektiren bir sorun olarak görülmesi gerekirken, çok uzun yıllardan beri geçici, hemen uygulanabilen, kalıcı olmayan çözümler içeren uygulamalar ile idare edilmiştir.
Sosyal yardımların esasında geçici bir özellik taşıması gerekirken, maalesef ülkemizde bu özelliğinden uzaklaşmış, yoksulluğun giderilmesinden çok, yoksulluğun yönetilmesine dönüşerek, kalıcı hale gelmiştir; Devletin vatandaşlarına yönelik hak temelli olarak yapması gereken zorunlu bir görevi olmasından çok, halk nezdinde zekât-sadaka kültürü çerçevesinde algılanmaya başlanmış, siyasi devamlılığın ve hayırseverliğin bir aracı haline dönüşmüştür.
Yukarıda ifade edilmeye çalışılan hakim anlayış, halkın siyasi tercihlerinde bir eylemsizlik yaratmaktadır. Bunun en güzel örneğini Mayıs 2023 tarihinde yapılan genel seçimlerde ortaya çıkan tablodan görebiliriz. Aşağıdaki tabloda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce (İBB) mahalle bazında yapılan Sosyal Yardımlar yer almaktadır. Buna göre Millet İttifakı’nın en azından kendilerinin sosyal yardım yaptığı mahallelerde Cumhur İttifakından daha fazla oy alması beklenirken, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak tarif edilen yönetim biçiminde, merkezi otoriteye destek veren Cumhur İttifakının daha fazla oy aldığı görülmektedir.


Enflasyon ve hayat pahalılığının çok uzun zamandan beri devam edegeldiği ekonomilerde, hane halkı ve firmaları içine alan tüm ekonomik birimler İster yoksulluk sınırında yaşasın ve/veya hayatını sosyal yardımlarla idame ettirsin, isterse mevcut ekonomik koşullarda mevcut durumunu muhafaza etsin ve/veya daha iyi yaşam ve kazanç imkanlarına kavuşsun, alışılageldik düzenlerini bozmak istemezler. Yoksulluk sınırında yaşayanlar ve/veya sosyal yardımlar ile hayatlarını idame ettirenlerin çoğu yardımların iktidarlarca/hükümetler tarafından yapıldığını, mevcut iktidar gittiğinde yardımlardan mahrum kalacağını ve hayatlarını idame ettiremeyeceğini düşündüklerinden siyasi tercihlerini değiştirmezler, kendilerince bu riski almazlar
Enflasyonun neden olduğu en önemli sorunlardan biri yoksuldan daha varsıla doğru sermaye transferine yol açmasıdır. Dolayısıyla kendi lehlerine sermaye transferi olan kitleler de mevcut durumunu koruma güdüsüyle hareket edeceklerinden, sosyal yardım alan kişiler gibi siyasi tercihlerini pek değiştirmezler. Tabi ki bu eylemsizlikte, muhalefetin halka ulaşamaması, alternatif politikalar geliştirmemesi, yaptığı faaliyetlerle halkı bilgilendirememesi, Sivil Toplum Kuruluşları ile diyalog eksikliği ve aralarındaki kısır çekişmeler de çok büyük etkendir.
Seçim sonuçlarını değerlendiren sosyal bilimcilerin ve siyasal parti yöneticilerinin meseleye bu açıdan bakmasında da yarar olacağını düşünüyorum.