HİÇLİK
“Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen bir HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.”
Mevlana.
Hiçliğin tam anlamı;
‘’ Hiç veya Yok, kelime anlamıyla hiçbir varlığın olmadığını ifade eden bir işaret zamirdir. Yani olmayanı ama mutlak anlamda olmayanı işaret eder. Hiçlik veya Yokluk ise Hiç zamirinin hakim olduğu durumu ifade eder. Felsefi ve teknik olmayan günlük kullanım anlamında, Hiç veya Yok kelimesi varlıktaki bir eksiği ifade eder.’’
Hiçliğin anlamına varmak bu kadar zor ve karışıktır. Var olmak kolaydır. Elle tutulur gözle görünür olmak var olmak için yeterlidir. Hiçlik somut ya da soyut bir hal alabilir. ‘’Bardakta hiç su kalmamış’’ dediğimizde kast ettiğimiz bardağın boş olduğundan ve aynı zamanda da bardağın içinde eksik kalan bir varlıktan bahsederiz. “Varlık” ve “hiçlik” sorununu ilk kez dile getiren Parmenides’tir. Onun ünlü önermesi “Varlık vardır, yokluk yoktur” önermesidir. Böylece varlık felsefesi ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak bilgi de varlığın içinde kabul edilmiştir. Sonrasında hepimizin çok iyi bildiği “hiçbir şey yoktan var olmaz ve hiçbir şey de vardan yok olmaz” ilkesi benimsenmiştir. Parmenides’in ünlü sözü; “Ex nihilo nihil” yani hiçlikten hiçlik çıkar ile felsefede nihilizm (hiçlik) akımı başlamıştır. Bu söze karşılık olarak Heraklit, “Her şey değişmektedir, tek değişmeyen değişme ilkesidir” diyerek 18. Yüzyılda Hegel’in diyalektik kavramına doğru bir hareket oluşturmuştur. Sonrasında Marx ve Engels hiçlik kavramını varlık ile bir araya getirip diyalektik materyalizmi kendi tanımlamaları ile ayakları üzerine çevirmişlerdir. Bu kadar felsefi anlatımdan sonra sizlerle bir Hoca Nasrettin hikayesi paylaşayım;
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
-Kimsin?
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.” Dudak büküp önemsemediklerini görünce, bu defa Hoca sormuş:
– Sen kimsin?
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş gene Nasrettin Hoca.
– Herhalde vali olurum.
– Daha sonra?
– Vezir
– Daha daha sonra ne olacaksın?
– Bir ihtimal sadrazam olabilirim.
– Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: “Hiç.”
– Daha niye kabarıyorsun be adam! Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: “Hiçlik makamında!”
Bu örnekleri, bu anlatımların hepsi felsefenin temel taşlarıdır. Bilgi varlık ise bilgiye dayanan felsefede bir varlıktır. Felsefede diğer tüm varlıklar gibi yoktan var olmamıştır. Zaman içinde oluşan bilgi birikimlerinin sentezi ile felsefe gelişmiş ve akımları ortaya çıkartmıştır. Bana göre bu akımların içinde en öncelikli olanı hiçliktir. İnsanın bu dünyada kendini bir hiç olarak kabullenmesi, bilginin ona hızla ulaşmasını sağlar. İçinde hiçbir şey yok ise bilginin tutulacağı çok yer var demektir. Kendimize üst kimlikler oluşturup, ben buyum, ben şuyum demeye başlamışsak eğer durup kendimizi dinleme vakti gelmiştir. Hiçbir makam ya da mevki sizi mükemmel bir insan yapmaz. Sorumlu, müdür, amir, bakan, baş bakan, başkan saymayacağım bir çok makam mevki. Bunların hepsinin içi boştur. Boş olmaları bir yana bunların içini dolduracağınız kapağı, ağzı olmadığından içlerine bir şey koymak mümkün değildir. Mevlan’ın dediği gibi kişi olarak boş bir çanak değilsen için dolmaz. Geldiğin mevki, makamda seni bir yere getirmez. Elindeki başkaları tarafından sana verilmiştir. Başkaları tarafından da her an geri alınabilir. Varlığının sebebi, varlığının içindeki hiçliktir.
Birde bunların dışında olan hiçlik vardır. Anlam ve kavram olarak bambaşka bir noktaya gideriz. Tamamen eksik yada yok olmak. Bilginin eksik olması, insani duygulardan eksik olması, maddi açıdan eksik olmak, duygusal olarak eksik olmak, bir işe yaramamak, faydası olmayan bir birey olmak, birey ya da bir şey olmamak. İşin bu kısmında tehlike vardır. Bunun çözümü varlığa dayalı hiçliğin çözümü kadar kolay değildir. Çoğunlukla ulaşılan sonuç çözümsüzlüktür. Bu hiçlik doldurulması mümkün olmayan bir hiçliktir. Çünkü bu durumda olanlar kendilerini tam ve eksiksiz kabul ederler. Ego ve kendini beğenmişlik sınırların ötesine geçmiştir. Çevreye tamamen kapalı yapıdadırlar. Onlar her şeyi doğru yapar, doğru anlatır, doğru uygularlar. Anlamayan, doğru yapmayan, uygulamada hatalı olan hep karşı taraftır. Eleştirilmek kesinlikle kabul etmedikleri bir şeydir. Her fırsat bulduklarında ben şuyum demeyi çok severler. Aslında koca bir hiç olduklarını bilmezler. Karşılarında dolu insanlar görmek istemezler. Sürekli bir şey yaptığını göstermek ister. En küçük faydayı dev aynasında gösterip, yaptığı hataların hemen üstlerini örterler. Eziktirler. Dış dünyanın baskısına gelemezler. Bu yüzden kendi dünyalarını yaratıp oradan çıkmazlar. Bunlar hiçtir ve doldurulmaları mümkün değildir. Çok tanıdık tanımlamalardır bunlar. Çevremiz bu tip insanlar ile doludur. Bunları düzeltmek yada doldurmak için uğraşmak zaman kaybıdır. Bize gerekli olan boş çanaklardır. Onlar yarınlarımızdır. Varlığımızın sürdürülmesini sağlayacak tohumlardır. Tohumun kodlaması doğru yapısı sağlam ise doğru ürün verir. İletişim ve sosyal yaşam bilginin kaynağıdır. Yapmamız gereken çanağımızı altına koymaktır. Sonrası ise kana kana içmektir.
Diğer köşede buluşmak üzere.