YÖK‘ün 42. kuruluş yıl dönümünde açıklama yayımlayan Eğitim Sen Sivas Şube Başkanı ve Eğitim Sen Genel Merkez Yükseköğretim Bürosu Üyesi İbrahim Kılıç, üniversitelerdeki tüm antidemokratik uygulama ve artık neredeyse kanıksanan yozlaşmanın temelinin 42 yıl önce atılmış olduğunu ve bugün işlevsizleştirilmeye çalışılan, itibarı ortadan kaldırılan, akademik ve idari kıyımın en olmadık argümanlarla ve aymazlıkla sürdürüldüğü 208 adet üniversitenin olduğunu vurguladı.
‘ÜNİVERSİTELERİMİZ ULUSLARARASI NORMLARDA ÖZERK BİR YAPIYA SAHİP DEĞİL‘
İbrahim Kılıç açıklamasında “Hepimiz çok net olarak biliyoruz ki, 12 Eylül’ün siyasi, toplumsal ve demografik yapısal dönüşüm sürecinde yarattığı ivme ve sonrasında gelişen süreçte, demokrasi kültürü üzerinde yarattığı tahribattan en fazla etkilenen yapılardan birisi de akademidir. Hiçbir zaman tam ve uluslararası normlarda bir özerk yapıya sahip olmayan Türkiye üniversiteleri, 1940’lardan sonra ve özellikle de II.Dünya Savaşı sonrasında, dünyada gelişen durumdan doğal olarak etkilenerek ve her biri bir diğerinden nitelikli, neredeyse tümü akademik kariyerinin önemli bir kısmını Avrupa üniversitelerinde geçiren bilim insanlarının estirdiği demokratik ve özgürlükçü hava; 50’lerden sonra zaman zaman sekteye uğramış olsa da, özerk ve özgür üniversite idealinde çok önemli bir aşamanın kat’edilmesine yol açmıştır.” dedi.
Üniversitelerin, ırkçı ve dogmatik yapıların daima hedefinde olduğunu, bu yapıların oluşturduğu iktidarların, akademideki özgürlükçü gelişimden hep korktuklarını hatırlatan İbrahim Kılıç, Sol/Sosyalist yönelimli ideolojik arayışların beslediği özgür akademi, sağ iktidarların ve bu iktidarların arka bahçesi dinci/ırkçı kimi yapıların, yaklaşık 80 yıllık kabusu olduğunu söyledi.
‘YÖK’Ü 42. KURULUŞ YILDÖNÜMÜNDE BİR KEZ DAHA PROTESTO EDİYORUZ’
Üzerlerine düşen asli görevin, akademinin bu karabasan iklimden kurtulmasının demokratik yol ve yöntemlerini bir an önce çoğaltmak ve üniversitelerimizi hak ettiği, özgür, özerk ve demokratik yapıya kavuşmasını sağlamak olduğunu söyleyen İbrahim Kılıç, “Bu hislerle, geçmişte almış olduğu ve gelecekte alacağı antidemokratik kararlar ile, üniversitelerde yarattığı çağ dışı uygulamaların destekleyicisi, teşvik edicisi ve yol göstericisi olduğu için YÖK’ü, kuruluşunun 42. yılında bir defa daha protesto ediyoruz.” dedi.
“Yaşasın İnsan Toplum ve Doğa Yararına Üniversite İdealimiz..“
Eğitim Sen Sivas Şube Başkanı ve Eğitim Sen Genel Merkez Yükseköğretim Bürosu Üyesi İbrahim Kılıç’ın açıklamasının tamamı şöyle,
Değerli Halkımız ve Üniversitelerimiz Bileşeni Dostlarımız;
Hepimiz çok net olarak biliyoruz ki, 12 Eylül’ün siyasi, toplumsal ve demografik yapısal dönüşüm sürecinde yarattığı ivme ve sonrasında gelişen süreçte, demokrasi kültürü üzerinde yarattığı tahribattan en fazla etkilenen yapılardan birisi de akademidir. Hiçbir zaman tam ve uluslararası normlarda bir özerk yapıya sahip olmayan Türkiye üniversiteleri, 1940’lardan sonra ve özellikle de II.Dünya Savaşı sonrasında, dünyada gelişen durumdan doğal olarak etkilenerek ve her biri bir diğerinden nitelikli, neredeyse tümü akademik kariyerinin önemli bir kısmını Avrupa üniversitelerinde geçiren bilim insanlarının estirdiği demokratik ve özgürlükçü hava; 50’lerden sonra zaman zaman sekteye uğramış olsa da, özerk ve özgür üniversite idealinde çok önemli bir aşamanın kat’edilmesine yol açmıştır.
İşte tam da bu yüzden ırkçı ve dogmatik yapıların daima hedefinde olmuş, bu yapıların oluşturduğu iktidarlar, akademideki özgürlükçü gelişimden hep korkmuşlardır. Sos/Sosyalist yönelimli ideolojik arayışların beslediği özgür akademi, sağ iktidarların ve bu iktidarların arka bahçesi dinci/ırkçı kimi yapıların, yaklaşık 80 yıllık kabusudur.
Zira, bugün YÖK’ün web sayfasında yer alan “Tarihçe” kısmında kullandığı üslup ve seçilen kelimeler, bu korkunun dışa vurumundan başka bir şey değildir. Yazıda, YÖK’ün neden kurulduğuna ilişkin analiz yapılırken; “…1960-80 arasında ortaya çıkan siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar, yükseköğretimdeki kötüye gidişi daha da artırmıştır. Bu nedenle yetmişli yılların sonunda köklü bir reform kaçınılmaz hale gelmiş ve sonunda 1981 reformu yürürlüğe konmuştur” denilmektedir. Bahsedilen “1981 reformu”, üniversitelerin, askeri cunta rejiminin talep ve beklentileri doğrultusunda dizayn edilmesidir aslında.
Günümüz siyasetinin, 12 Eylül Darbesi ve sonrasında yaratılan antidemokratik pek çok kurum, kuruluş ve yasalardan şikayet ediyor(muş) görünerek, çeşitli tarihlerde yasal düzenlemeler yapması ve kısmen darbe izlerinin silinmeye çalışılmasına rağmen, tam 42 yıldır üniversitelerimizde istediği gibi at oynatan, istediği yapısal düzenlemeleri yaparken kimseden icazet almayan YÖK ile ilgili, herhangi bir adımın atılmamış olması da son derece düşündürücüdür.
YÖK’e dokunulmamasının gerekçesi gayet açıktır. Cunta rejiminin, yeni bir Anayasa yaptıktan ve bu Anayasa ile, darbe kafasını kalıcı hale getirdikten hemen sonra, 1983’te yeniden parlamenter sisteme geçilmesi, kesinlikle toplumsal beklentiler ekseninde değil, bu karar darbecilerin ülkenin kurumsal yapısı üzerindeki ideallerini maksimum oranda gerçekleştirmiş olmasının rahatlığıyla ilişkilidir.
Bugün üniversitelerdeki tüm antidemokratik uygulama ve artık neredeyse kanıksanan yozlaşmanın temelinin 42 yıl önce atılmış olduğu bir gerçekliktir.
İşte bu yüzdendir ki, 42 yıl sonra geldiğimiz noktada, işlevsizleştirilmeye çalışılan, itibarı ortadan kaldırılan, akademik ve idari kıyımın en olmadık argümanlarla ve aymazlıkla sürdürüldüğü 208 adet üniversitemiz var.
Özetle bugün liyakat ve akademik yeterliliğin yerini siyasal kadrolaşma argümanı ile dağıtılan ünvanlar almışsa…
Evrensel tanımı gereği, bilim üretmek ve bilimsel çalışmaları desteklemek dışında bir görevi bulunmayan üniversitelerimiz, bugün birer ticarethaneye dönüşmüşse…
Akademi, ülkede olumsuz giden olaylar, yanlışlıklar ve hatta kendi alanıyla ilgili alınan kararlar karşısında bile tek kelime edemez, konuşamaz hale getirilip, elleri ve ağzı bağlanmışsa…
Taşra üniversiteleri başta olmak üzere, tüm üniversitelerimizde yönetim erki, idari birikim ve liyakat ile değil de, iktidarın talimatları ile oluşturuluyorsa…
Akademik kadrolar, fakülte ve yüksekokulların, mevcut ihtiyacına göre ve kesinlikle bilimsel kıstaslar göz önüne alınarak verilmesi gerekirken, son yıllarda açılan akademik ilanlarda genel ifadeler yerine, daha spesifik ve adrese teslim cümleler kuruluyorsa…
Doktorasını tamamlamış yüzlerce Öğretim Görevlisi, “Dr.Öğr.Üyesi” kadrosunu, üniversite yönetimlerinin keyfi kararları karşısında çaresizce bekliyorsa…
Doçentlik sınavını başarıyla geçerek, bu ünvanı almış, ama universite yönetimlerinin lütfu(!) ile, kadro tahsisi yapılmasını bekleyen yüzlerce Dr.Öğr.Üyesi varsa…
Sadece akademik kadrolarda değil, idari ve teknik kadroda görev yapan bilim emekçisi üniversite bileşeni, onca emek ve çabasına rağmen, hala kendini ötekileştirilmiş hissediyorsa…
2547 Sayılı Kanunun 13/b-4 Maddesi, rektörler eliyle adeta bir cezalandırma yöntemine dönüşmüşse ve bu madde kapsamında, emekçiler; kendi çalışma alanları ve alıştıkları çalışma ortamları dışında görevlendirilebiliyorsa…
Ders görevlendirmeleri ve dağılımlarında, adalet ve liyakat ilkesi yerine, itaat ve biat ilkesi öne geçiyorsa…
Akademik birimlerde karar alma ve uygulama sürecine, bileşenler dahil edilmeyip, tepeden inme kararlarla adeta fakülte ve birimlerin elleri kolları bağlanıyorsa…
Bize düşen asli görev, akademinin bu karabasan iklimden kurtulmasının demokratik yol ve yöntemlerini bir an önce çoğaltmak ve üniversitelerimizi hak ettiği, özgür, özerk ve demokratik yapıya kavuşmasını sağlamaktır.
Bu hislerle, geçmişte almış olduğu ve gelecekte alacağı antidemokratik kararlar ile, üniversitelerde yarattığı çağ dışı uygulamaların destekleyicisi, teşvik edicisi ve yol göstericisi olduğu için YÖK’ü, kuruluşunun 42. yılında bir defa daha protesto ediyoruz.
Yaşasın İnsan Toplum ve Doğa Yararına Üniversite İdealimiz..