ALINTILAR…
‘’Almanya’da yayımlanan bir rapor, Münster piskoposluğunda son 75 yılda 610 çocuğun din adamları tarafından cinsel istismara uğradığını ortaya koydu. Bununla birlikte yine aynı raporda, bu sayının 10 misli daha fazla olup, gerçek rakamın 6 bin civarında olabileceği endişesi paylaşıldı. Münster Üniversitesi’ndeki görevli 5 uzman tarafından gerçekleştirilen araştırmaya göre son 75 yılda 610 çocukla ilgili cinsel istismar davası resmi kayıtlara geçti.2018 yılındaki bir önceki araştırma, istismar rakamlarının sadece üçte birinin kayıtlara geçtiğini ortaya koymuştu.’’
‘’Mide bulandıran olay: Din adamları binlerce çocuğa cinsel istismarda bulunmuş. ABD’nin Illinois Eyaleti Başsavcılığı, 1997 çocuğun 451 Katolik din adamının cinsel istismarına uğradığını duyurdu. Soruşturma raporunda, 451 din adamının isimleri açıklandı.’’
‘’Adıyaman’ın Gerger ilçesindeki imam hatip ortaokulunda 18 erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan hademe Mehmet Sait Güler, 571 yıl 11 ay 25 gün hapis cezasına çarptırıldı.’’
‘’Radikal İslamcı yayınlarıyla bilinen El Macid televizyonuna açıklamalarda bulunan Şeyh Abdullah Davud, peçeli çarşaf olarak da bilinen burkanın kız bebekleri koruyacağını söyledi. Şeyh, kimliğini açıklamadığı hastane ve güvenlik kaynaklarına dayanarak ülkede bebeklerin cinsel tacize hedef olduğunu söyledi.’’
‘’Yerel basında yer alan habere göre, yaşları 6 ile 12 arasında değişen iki erkek ve iki kız çocuğuna görev yaptığı sinagogda cinsel istismarda bulunmakla suçlanan Haham Şalom Hazan, işgal altındaki Doğu Kudüs’te yer alan İsrail’e ait Kudüs Bölge Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktı.Hazan, söz konusu çocuklara zarar vermediğini iddia ederek hakkındaki suçlamaları reddetti. Mahkeme, Hazan’ı 4 çocuğa cinsel istismardan suçlu bularak, 4 yıl hapsine ve mağdurlara toplam 40 bin şekel (68 bin lira) tazminat ödemeye mahkum etti.’’
Bunların hiç birini ben yazmadım. Hepsi basında çıkan haberlerden alıntıdır. Ortak noktaları bunların hepsinde suçlunun din adamları ya da dini eğitim veren kurumlar olmasıdır. Haber olmanın ötesinde, en önemli detaydır. Tüm dinlerin temelinde aynı esaslar geçerlidir. Tüm inananların korunmasında, gözetilmesinden dini kurumlar ve din adamları mesuldür. Geleceği din öğreticileri bu kurumlarda yetişmektedir. Bir çok toplumda dini kurumlar ve din adamlığı eğitimi diğer kurumsal birimlerden ayrılmış, yalıtılmış ve gözlerden uzak tutulmuştur. Bu durum her türlü istismara temel oluşturmuştur. Toplumlar zaman içinde, günümüzde bu istismarları görüp eğitim kurumlarını dini otoriteden ayırmışlardır. Eğitim içinde dini otorite sadece teokrasi ile yönetilen toplumlarda vardır. İran, Afganistan, Vatikan, Suudi Arabistan en bilenen örneklerdir. Teokraside; dini kurallar gereğince devletin otoritesi sağlanır. Hukuk da aynı şekilde dinin getirdiği kurallar gereğince uygulanmaktadır. Devletin başında bulunan kişi, dini liderlerden birisi olabilir. Ruhban sınıfı olarak devlet işlerinin görüşülmesi ve halledilmesi sağlanmaktadır. Toplumsal yapı, hukuki yorumlar, eğitim ve kişisel hak ve özgürlükler dini kurallara göre ikincil konumdadır. Bu sadece teokrasi ile yönetilen toplumlarda olmaktadır. Demokratik ve laik devlet yapısında özellikle din eğitimin dışındadır. Dinin eğitime dahil edilmesinin tarihte bir çok acı ve ibret alınacak örnekleri vardır.
Günümüz modern toplumunda eğitim – öğretim yöntemi daha çok aktivitelere dayalıdır ve öğrencinin zihnini öğrenme sürecine tam olarak dahil etmeyi amaçlar. Laik eğitim, bilimsel temeller üzerine kurulu kuşku duyan, sorgulayan ve eleştiren yapıdadır. Dini eğitimin temeli inanç ve dini emirler üzerine kuruludur. Kesinlikle sorgulanamaz, eleştirilemez. Sorgulanan ya da eleştirilen güç Tanrı olamaz. Tanrı kavramı soyut bilgilere, ön kabullere dayandığı için, eğitim biliminin dayandığı temel ilkeler ve modern eğitim felsefesi çelişmektedir.
Türkiye’de okullarda, zorunlu olarak, yıllardır fiilen “tek din, tek mezhep” anlayışına uygun olarak dini bilgiler öğretiliyor. Bu durum, Türkiye gibi çok inançlı, çok kültürlü, çok mezhepli bir toplumda, okuldan başlayarak birçok sorunun ve eşitsizliklerin doğmasına yol açıyor. Laik eğitim, bazı çevrelerin iddia ettiği gibi “dinsizlik eğitimi” demek değil aksine, doğrudan doğruya inançlara ve onların varlığına dayalı bir kavramdır. Bu nedenle laik, bilimsel eğitimin dinsizliğe, ateizme davetiye çıkaracağını savunanlar, toplumsal yaşamın tüm alanlarında dini kuralların egemen olmasını isteyen, kendi inançlarını tüm topluma dayatan, farklı inanç ve düşüncelerin varlığına ve yaşamasına tahammül edemeyen kişilerdir. Bir okulu ya da eğitim kurumuna sadece belli dine bağlı çocuklar gitmemektedir. Bu nedenle laik eğitim toplum için olmazlardan biridir. Laikliğin ve laik eğitimin inanç istismarcıları tarafından “din düşmanlığı” olarak gösterilmesinin en temel nedeni, toplumu ortak ilke ve değerler etrafında bir arada tutması, din ve inanç istismarcılarına toplumu kendi siyasal çıkarları doğrultusunda bölmesini engelleyici bir rol oynayabilecek olmasıdır.
Laik eğitimi yıkmak için Cumhuriyetin ilk yüz yılında sürekli faaliyet gösteren istismarcıların son hamlesidir ÇEDES. Siz bakmayın açılımdaki havalı ifadelere. ÇEDES; Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum diyerek hedefledikleri; bilim düşmanlığı, kültürün dini kültür olarak yapılandırılması, şerri kurallara bağlı eğitim kurumlarında öğrenciler yetiştirmektir. Yoksa dinen günahsız sayılıp meleklerle eş tutulan, mekanı Cennet olan ilkokul çocuklarına din adamları neyi verecek ya da neyi vaat edeceklerdir. Ya da geleceğini bilimsel temeller üzerine kurmak için çalışıp çabalayan lise öğrencisine üniversite sınavlarında ne gibi bir katkı sağlanacaktır bu atanan din adamlarınca. Bu projenin arkasında duranlara baktığınızda ise söylenen ile uygulananın farklılığı ortadır. Kendi çocukları veya torunları kolejlerde, yurt dışında, tümü hıristiyan ya da başka din mensubu olan eğitmenlerin olduğu üniversitelerde okutmaktadırlar. Türk okullarına ve eğitmenlerine teslim etmemektedirler. Hatta ve hatta daha ileri giderek kendi özel kolejlerini, okullarını açmaktadırlar. Bu başlı başına bir çelişki ve garabetliktir.
İzmir’deki 842 okula imam, Kuran kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirilerek öğrenciler, Diyanet İşleri Başkanlığına teslim edildi. Bu direk laik devlet yapısını hançerlemektir. Geçen hafta bu görevlilere, İzmir Foça’daki okullarda Kur’an kursu tanıtımı yapmaları için ayrıca görev verildi. Başka bir deyişle âdeta, diğer hiçbir ders, kurs veya eğitim için olmayan bir seferberlik ilan edildi. En kötü tarafı da bunların tümünün Allah adına yapıldığı söylemidir. Kendi çıkar ve düşüncelerini gerçekleştirmek için geçmişte bir çok sefer yaptıkları gibi yine Allah ve Kuran’ı kullanılmaktadırlar. Dinen inkar ve ikirciklik kabul edilen bu davranış affı olmayan günahlardan biridir. Günahla yoğrulmuş hayatlarına saf ve temiz çocuklarımızı alet etmektedirler. Bunun arkasından kız çocuklarının 12 yaşında okuldan alınarak kendinden yaşça büyük adamlarla evlendirilmeleri gelecektir. Kendi içlerinde bu yaşı iğrenerek söylüyorum 6 yaş düzeyine kadar indirdiler. Bu olay karşısında susmamın ya da taraf olmamamın geçerli hiçbir bahanesi yoktur. Bu yolu seçecek iseniz ne olur evlenmeyin ya da çocuk sahibi olmayın. Suskun kalıp kabullenmek tüm geleceğimizi bu pis ellere teslim etmektir. Hadi hepimiz bir olup temizleyelim okullarımızı.
‘’Dört nala gelip uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim’’