Fatalizm (Kadercilik, Alınyazısı)
Fatalizm ya da kadercilik, bütün olan bitenleri kaderin önceden tespit ettiği ve bunların bireyler tarafından değiştirilemeyeceği görüşüdür. Kadercilikte, önceden belirlenmiş alınyazısından ötürü birey özgür değildir, dolayısıyla kadercilikte sorumluluk bilincinden ve anlayışından söz edilemez. Kaderciliğe göre, insanlar olaylara müdahale edemezler. Başlarına gelecek olanları önceden bilmiş olsalar da bunu değiştirmek ellerinde değildir. Birey olaylar karşısında Tanrısal iradenin esiridir. Bu anlayışa göre insan sevap ve günah işler. Bunlar kedi iradesi ile gelişmediği için sorumluluk da ortadan kalkmaktadır. İnsanın tüm eylemleri Tanrısal irade tarafından düzenlenmiştir.
Kaderciler için Tanrı’nın iradesi dışında irade yoktur. Buna göre tüm varlıkların ezelden ebede kadar yaptıkları her şey önceden planlanmış olup, zamanı gelince ortaya çıkmaktadır. Varlıkların yaşamın tek sebebi kulluk görevlerini yerine getirip, zaman içinde olacakları sorgusuz sualsiz kabullenmektir. Bu anlayışa göre insan sevap ve günah işlemeye zorunludur ki böylece yaptıklarından dolayı sorumluluk da ortadan kalkmaktadır. Kaderciliğin kabul edilmesinde en etken unsur budur. İlahi sorumsuzluk. Birey yaptığı şeylerden sorumlu değildir. Yapacakları daha öncesinde alnına yazılmıştır. Bu yazı silinemez ve değiştirilemez. Bu sorumsuzluk meydana gelen olaylar karşısında da sorumsuz olma eğilimini de tetiklemiştir. Deprem oldu binlerce insan öldü. Sonuç Takdiri İlahi, kaderimiz buymuş. Sel geldi onlarca insan öldü, zarar milyonlarca lira. Sonuç Takdiri İlahi, kaderimiz buymuş. İnşaat malzemesi eksik ve kalitesizmiş. Hayır kaderde bu var. Evler dere yatağına yapılmış. Hayır buda kaderimiz. Tam anlatımı ve karşılığıdır son dönemdeki yaşadıklarımız. Orada dere yatağının olduğunu biliyoruz. Binanın depreme dayanaklı yapılmadığını biliyoruz. Binanın temelinin oturduğu tabanın dolgu olduğu ve risk büyük taşıdığını biliyoruz. Bunları bilmek kaderimizi değiştirmiyor. Felaketlerin sonucunda oluşan can kaybı ve yıkım sadece kaderimizin böyle olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda kadercilik tamamıyla bilimsel verilerin karşısındadır. Bilim ve olacakların bilinmesi gerekli değildir kaderci bir toplumda. Kaderinde üniversite okumak var ise okursun. Sınava girip girmemen yada bilgi sahibi olman önemli değildir. Kaderinde aç kalmak var ise bunu da kabul etmişsen çalışmana gerek yok nasıl olsa aç kalacaksın. Ayrıca iş bulup çalışmakta kaderinde yoksa iş bulamazsın. Kaderin fakirlikse, fakirsin. Kaderin kölelikse, kölesin. Kaderinde işkence görmek var ise göreceksin. Kaderinde öldürülmek var ise öleceksin. Ne isterseniz yazabilirsiniz. Hiç kimse yapılan hiç bir şeyden sorumlu değildir. Bunların tümü kaderimizde vardır. Kaderden kurtulmanın tek yolu bilimsel düşünüşün gelişmesiyle olabilir. Bilimsel düşünüş ile tabiat zorunluluklarını daha iyi yenmek için zorunlulukların ne olduğunu öğreniriz. Zorunluluk, bir kere öğrenilince , kader olmaktan çıkarak bireyi özgür bırakır. Demek ki, önceden kestirilemeyen akıldışı mutlak diye bir şey yoktur; yani kör bir kader söz konusu değildir. Olayları alın yazısı diye geçiştirmek bir anlamda kolaycılıktır. Başarının, ne çalışmaya ne de insanın becerikliliğine, kapasitesine, yeteneğine dayanmadığı, insanın denetimden bağımsız koşullara bağlı olduğunu söylemi dinsel ifadedir. Dinsel ifadeler çıkar odaklı kullanıldığında istenen, İnsanlar koşulsuz şartsız olarak alınyazılarına boyun eğmelidir. Boyun eğen, yüksek hayat şartlarını ya da daha iyi yaşamayı istememelidir. Bu düşünüşün hakim olduğu toplumları yönetip, yönlendirmek çok kolaydır.
Bilinçli bir toplum yapısı radikal kesimin işine gelmez. Sömürmek ve köleleştirmek kapitalist toplum yapısının gereğidir. Bunu Din kisvesi altında yapmak içinde en önemli ekipman kaderciliktir. Okuyan, eğitilen, bilimsel değerlere bağlı toplumlarda doğal afetler karşısında uğranılan zarar diğer kaderci toplumlara göre daha azdır. Şöyle örnekler isek; çoğunluğu Budist inanca sahip Japonya da 7 şiddetinde depremde ölü sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Hristiyan Avrupa da maden kazalarında son yüzyıldaki toplam ölüm sayısına biz tek bir maden kazansında ulaşıyoruz. Bunların sebebi kader midir? Yoksa bilimsel verilere göre önlem almak mıdır? Ülkemizde son iki yılda meydana gelen felaketlerde on binlerce insanımızın ölüp, yüz binlercesinin sokakta kalması kader midir? Yoksa yanlış ve eksik malzemeler ile sadece kapitalist hazların tatmini için yapılan işler midir?
Yine felaketler yaşanacaktır. Yağmur yine sele dönüşecek. Faylar kırılıp yine depremler olacaktır. Yangınlar, salgınlar yine olacaktır. Bunlar kader değil doğanın kendi içinde kurduğu düzendir. Doğanın düzenini bozan biz insanlarız. Tüm yaptıklarımız dengeleri bozan bir yapıdadır. Bunun niye olduğunu düzen yöneticileri gayet iyi bilmektedir. Doymayacak oranda büyümüş olan kapitalist karınlarını doldurabilmek için hakları olmayan Dünya mallarına göz dikmişlerdir. Buna ulaşmalarındaki tek engel bilinçli ve elindekine sahip emekçi toplumdur. Bilinçli emekçi, kapitalist aç gözlülerin en çok korktuğu insanlardır. Bu insanları yıldırmak ve yok etmek için kapitalistler, toplumun en yumuşak karnı olan dini inancı kullanırlar. Ancak bireyin inancı bireyin özgürlüğüdür. Bu özgürlüğü kimse kısıtlayıp, değiştiremez. Din birey ve Tanrı arasındadır. Diğer bir bireyin her ne sıfatla olursa olsun bu ilişkiye şekillendirip değiştirme yetkisi yoktur. Tüm Dinlerde birey ve Tanrı baş başadır. Bunları bilen birini, din yobazları kandıramaz. Din baskısı ile kişiler üzerinde baskı kuramadıklarında, kişileri düşman ilan ederek ortadan kaldırmaya çalışılırlar. Yanlarında çoğunlukla kapitalist düzenin güçleri de yer alır. İnsanları yeri gelir yakarlar, yeri gelir keserler, yeri gelir canlı canlı gömerler. Bunların hepsini Tanrı adına yaparlar. Yaptıklarından çoğunlukla pişmanlık duymazlar. Sonucuna katlanır gözükürler. Hüküm giyip hapse düşseler bile rahatları yerindedir. Bilirler ki günü geldiğinde taptığı yapay tanrıları kendisini affedecektir. Bu tanrıların insan üstü vasıfları yoktur. Et ve kemikten oluşan insanlardır hepsi. Etrafına topladığı yalayıcılar ve şakşakçılar ile bu sıfatı kendilerine zorla yapıştırırlar. Bir tanrıya yakışır hayat sürerler. Yatları, katları, sarayları, villaları, uçakları, son model arabaları vardır. Ama onlar tanrı oldukları için pek araba uçak kullanmazlar. Uçarlar, ışınlanırlar. Her yerleri ayrı şifa kaynağıdır. Dokunup iyi ederler hastaları. Onlara dokunan bin yaşar. Kendi kuru ekmek yiyen yalayıcılar, tanrılarını pasta börekle besler semirtirler. Tüm varlıklarını tanrılarına adak olarak verirler. Çoluk çocuk, eş kız demez sunarlar tanrılarına. Karşılığında gün gelir uydurma tanrılar hepsini affeder. Ne ceza kalır nede hüküm. Ak pak olurlar. Sorsan alacağın cevap bellidir.
‘’Kaderimde bu varmış. Yaşadık.’’
Diğer köşede buluşmak üzere.