HAYAL OYUNU
Ellerindi ellerimden tutan
Ellerimdi ellerinden tutan…
Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi
Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin
Kim bilir kaç martılar halinde
Bir masada karşı karşıya
Seyrederken dudaklarını senin
Dile gelmiş ilk Türkçeydik
Henüz başlamış kül rengi bahar
Ne savaş, ne barıştık biz…
Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar
Manolyaya gece konmuş kumrular…
Can Yücel.
Bu şiiri her okuduğumda farklı şeyler gelir aklıma. Bazen bir sevgiliyi ararım ince satırlar arasında, bazen de terk edilmişliği bulurum aynı satırlarda. Özlem vardır; sevgilinin dudaklarına bakan gözlerde. En son satırda ise koca Dünyayı bulurum. Çok olmayanla çok olmak ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Okumak kişinin algısı ve hayal gücü ile doğrudan ilgilidir. Okuduğunu hayal edebilirsen, bir anda tüm satırlar hareketlenir her biri bir anlam yüklenip aklınızın tepelerinde tırmanmaya başlarlar. Hayal ve oyun çocukluğumuz en büyük eğlencesidir. Dünyalar kurar Dünyalar yıkarız hayallerimizde. Uzay bizimdir. Evrene hükmederiz. Kral olur savaşlar kazanırız. Prenses olup nice Prenslerin gönlünü çalarız. Yada beyaz atlı Prensler olur Prensesleri kurtarırız devlerin, ejderhaların ellerinden. Oyun ile başlar oyun ile büyürüz. Oyunlarımız devam eder ama büyüdüğümüzde içerikleri değişir oyunlarımızın. Kur yaparız biri birimize. Kur yapmak güzeldir. Sevgili olmak, sevmek güzeldir. Sonra kavga ederiz. Kavga yetmez, savaşırız. Aslında oyundur her şeyin özünde olan. Ufak piyesler yazarız. İş hayatımızda, evimizde, sokakta, savaş alanlarında oynarız. Karşımızdaki kişileri sınarız oyunlarla. Kime ne kadar nasıl güveneceğimizi belirleriz oyunlarla. Ufak ya da büyük hileler katarız oyunlarımıza. Olmadığımız kişi gibi gösterir iken kendimizi, aslında karşımızdakinin bizi ne kadar tanıdığını sınarız. İnsana yakışmayan bir tarz sergileriz. Bunu bilinçli olarak yaparız. Sonra da yaptığımızı diğer insanlara sunarız. Onlardan çoğunlukla takdir bekleriz. Eleştirilere kapalıdır kulaklar. Yaptığımız ne olduğunu görmek istemeyiz. Gözler başka tarafa bakar. Eller olmayan düşmanlarla boğuşur. Vücut sürekli hareketlidir. Çoğunlukla yetişkin oyunları kazanmak için oynanır. Yıkmak, yok etmek ilk amaçtır. Karşısındakinin ne kayıp ettiğini bilmez, görmezden gelir oyuncular. Yetişkin oyunları çocuk oyunlarına benzemez. Daha çok can yakar. Kalp kırar. Can alır.
Kazanan taraf için manevi haz büyüktür, ancak acıda aynı derecede büyüktür. Acının tarafı olmamak için önce oyunun kurallarını öğreneceksin. Sonrada oyunu herkesten iyi oynayacaksın. Bunun için alçak gönüllü filan olmaya gerek yok. Oyunu kuran sen isen kuralları da koyan sen olmalısın. Hangi yolun çıkmaz, hangi yolun tehlikeli ya da çukurlarla dolu olduğunu sen belirleyeceksin. Oyunlar yönetimin yolu, algıda genişlikten geçer. Algınız dar ise, oyunda yanılgıya düşen taraf olup yenilirsin. Bir lokmada yutar seni karşı taraf. Algı yanılgılarının en bilineni Phi (Fi) Fenomenidir. Phi Fenomeni, sabit olan nesnelerin belli bir aralıkta ve hızlı bir biçimde sunulması sonucunda oluşan, gerçekte olmayan hareket algısıdır. Arka arkaya gelen resim ya da ışık noktaları bir bütün olarak algılanır. Bu fenomenin sonucunda sinema, televizyon vb. görüntülü iletişim araçları ortaya çıkmıştır. Saniyede 16 çerçeve geçiş hızına çıkıldığında gözlerimiz ve beynimiz fenomen nedeniyle görüntüleri hareketli olarak algılar. Algısı güçlü insanlar geçiş hızı daha yüksek değerlerdedir. Ancak teknolojisi bunu da çözmüştür. Geçiş hızı algılanamayacak oranda artmıştır. Bu fenomenin birde siyasilerce ve kapitalist düzence kullanılan başka bir şekli vardır. Bilinç altı (subliminal) mesaj. Sürekli bir şekilde tekrarlanan, kısa geçiş aralığına sahip görüntüler ile verilir mesajlar. İlk başta algılamadığımız sanırız. Ancak beyin bunu kaydeder. Alt katmanlarında saklar. Hiç olmadık bir anda ortaya çıkar. Sizi yönlendirir. Yazdığınızı, söylediğinizi, tercihinizi etkiler. Kısaca oyuna gelirsiniz ancak anlamazsınız. Sorulana ya da sunulana dikkat etmeden ilk oltada kaparız yemi. Sazan gibi atlama deyimi de buradan gelir.
Son günlerde gelişen olaylar karşısında verilen tepki budur. İnsanlar araştırmadan ne nedir demeden, her gördüğünü kendine göre doğru ya da yanlış olarak algılamaya başladı. Etraf zıplayan sazanlarla doldu. Sorgulamayı, soru sormayı sonraya bıraktık. Sosyal medya panayır yeri gibi. Her kafadan ayrı bir ses, ayrı bir fikir çıkıyor. Her konuşan kendini akıllı olarak görüyor ve sorgusuz bir şekilde söylediğinin doğru olduğuna inanıp, karşısındakini de buna inandırmaya çalışıyor. Ancak unuttuğumuz bir şey var; Karşımızda olanında bir beyni ve aklı olduğu gerçeği. Bu gerçek görülmediğinde ortada ne senaryo kalır, nede sahne . Senaryolar ve sahne olmadan hayatın akışı zayıflar ve bir noktadan sonra her geçişi görmeye başlarız. Alışık olmadığımız bu düzen, beynimizi yorar. Bir süre sonra yorulan beynimiz koruma kalkanlarını açar. Bizde hareketlilikten durağanlığa geçeriz. Durağanlık kötüdür. Üretmemek kötüdür. Analiz etmemek kötüdür. Algının zayıflaması kötüdür. Bunların önüne geçmenin yolu oyunlar oynamak, oyunlar kurmak, problemleri kağıt kalem yardımıyla beynimizde, hayal dünyamızda çözmektir. Ne kadar çok oyun oynar isek o kadar az oyuna geliriz. Kişileri, bir yazıyı, düşünceyi, hareketi değerlendirir iken yalın olmak gerekir. Dış etkiye ne kadar açık isek o kadar hatalı yorumlamalar ya da hamleler yaparız. İlk gördüğümüzü yorumlamak kolaydır. Esas olan sunulanın içinde saklananı görmektir. Tüm Dünya pisliği bulaşmıştır sunulanın üzerine. Oyuncuların makyajları da dünya pisliklerinden oluşur. Kimi ikiyüzlü allık sürer, kimi bencillik rimelini. Kiminde ihaneti ruj yapar dudaklarına. Kiminde sapkınlık karası ile boyamıştır saçlarını. Bu hep böyle gelmiştir. Böylede gidecektir. Ayakta kalmanın, yıkılmadan durmanın yolu oyunu iyi bilmekten geçer. Hadi iyi oyunlar hepimize.
Diğer köşede buluşmak üzere.