YAŞAMAK
Yaşamaya çalıştığımız şu günlerde toplumsal hareketlilikte (devinim) hızlı değişimi hisseder olduk. Değişim, devinimi yaratan ve bu devinim sürecinin tam odağında bulunan insanı da değiştirmektedir. Her ne kadar dışarıdan topluma bakıldığında görülen devinim gibi olsa da; gerçekleşen insanın kendi doğasından uzaklaşarak, değerlerinden vazgeçmesi ile belirginleşen bir sürüleşme eğilimidir. Toplumlar artık bir sürü psikolojisi ile hareket etmeye başlamıştır. Sürüye teslim olmanın bedeli, insanı eylemsizleştirmiştir. Peki, eylemsizlik nedir? Eylemsizlik (atalet) konusunda Newton’un Birinci Yasası şöyle der:
‘’Eğer bir cismin üzerine etki eden net/toplam kuvvet sıfır ise, durmakta olan bir cisim durmayı, hareket etmekte olan bir cisim ise aynı yönde ve hızda hareket etmeyi sürdürür.’’
Fizikte bu, “eylemsizlik” ya da “atalet” olarak tanımlanır. Daha basit bir tanımıyla eylemsizlik, cisimlerin o anda bulundukları hareket durumunu korumaya olan eğilimleridir. Duran bir cisim durmayı sürdürmek ister. Hareket halindeki bir cisimse aynı şekilde hareketini sürdürmek ister. Kapitalist sistemin istediği tam da budur. Bireyler, bilgiyi bireysel sorumluluğunu yerine getirmek, düşünmek, tartışmak ve eylemek amacı ile kullanmıyor artık. Toplum sürü psikolojisi ile sosyal medyada gördüğü uydurma lafları ve görüntüleri bilgelik olarak kabul etmeye başlamıştır. Her yönden toplum ve birey baskılanmaktadır. İşte tam da bu noktada, doğru yaşamanın ne demek olduğu fikri önem kazanmaktadır. Yaşamak kendi için bir felsefeye gerek duyarız. Bu felsefeyi en güzel dile getiren Nazım olmuştur.
‘’Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim’’
Yaşarken düşünmek, düşünürken yaşamak gereklidir. Yaşamın her döneminde birey kendini bir baş rol oyucusu olarak görüp, o şekilde davranmalıdır. Birey bunu yaparken kendini maskeler ardına gizlememelidir. Yaşam felsefesi sadece kaygısızca sohbetlerden, beğenilerden, takma isimlerden, filitreli fotoğraflardan oluşmaz. Yaşam felsefemiz gerektiğinde korkmak, kaygılanmak gerektiğinde cesaretli , güçlü ve başarabileceğinize inanmak olmalıdır. Bunlar olmadığında birey sadece sürünün bir üyesidir. Tüm hayatı sürü içinde yaşar ve yaşamı sona erer. Bunu önlemenin tek yolu devinim (hareket) dir. Hareketliliğin ve sürekliliğin tanımı ise diyalektik materyalizm dir. Yaşam içindeki her şey sürekliliktir. Durağan hiçbir şey yoktur. Bireyin düşünceleri de durağan değildir. Sürekli yenilenme ve değişim içindedir. Yaşamın tüm evrelerine ve şekillerine diyalektik materyalizm uygulanabilir. Resimde, tiyatroda, sinemada, edebiyatta, iş hayatında, politikada, cinsellikte, evlilikte, okulda ve diğer her şeyde. Doğa, fizik kuralları içinde kendi diyalektiğini oluşturmuştur. Yaşam, tümü ile algılandığında bir sanattır. Bu sanatı içinde yaşadığımız toplumun birey üzerindeki etkileri çirkinleştirir. Diyalektik materyalizmle yaşam felsefemiz şekillenebilir, şekil değiştirebilir ama asla eylemsizlik içine girmez.
Eylemsizlik, son dönemlerde yaşam felsefesini yatağa düşüren bulaşıcı hastalıktır. İnsanlar eylemsizliklerine ev genci, ev kadını, ev erkeği gibi tanımlamalar yakıştırarak yumuşatmaya çalışmaktadır. Eylemsizliği kıracak olan gözlemleme yeteneğimizdir. Habitatlarımız algılarımızı karartacak bir hızda gelişim ve değişim içindedir. Doğada ve çevremizde hareketin, değişimin ve sürekliliğin bir çok örneğini göre biliriz. Bugünkü bilgi düzeyimize geldikten sonra, gerçekliği süreç olarak görmemek için insanın ancak akıl körü olması gerekir. Ne yazık ki başka hiçbir canlıda bulunmayan akıl körlüğü insanda vardır. Bu körlüğe “SOSYAL KÖRLÜK” yada ‘’SINIF KÖRLÜĞÜ” de denilmektedir. Göz bakar, her şeyi gördüğünü zanneder. Gördüğünden bir şey anlaması ise, uzun ve çetin bir işlemdir. Bu işlemin tümü algıdır. Algının genişliği ve doğru algoritması bizim doğru ve gerçek olanı görmemizi sağlar. Organizma ve Toplum olaylarında her şeyin boyuna kımıldayıp değiştiğini hiç unutmamak Diyalektik Mantığın birinci kavrayış prensibidir.
Bu bilgiler içinde bireyin eylemsizliği kabul edilemez. Olaylar ve yaşadıkları karşısında yapması gereken kendi sanat eserini oluşturmaktır. Bireylerin eylemleri ne kadar artar ise ortaya çıkan eserinde Sanatsal değeride o kadar büyür…
Diğer köşede buluşmak üzere.