Türkiye’nin ekonomik (ve siyası) olarak dışa bağımlılığının başlangıç noktasının, II. Dünya Savaşı hemen sonrasında Truman Doktrini ve Marshall Planı olarak tarihe geçen Amerika- İngiltere (sözde) yardımları olduğunu söyleyebiliriz.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB-Sovyetler) “Orta Doğu petrolleri üzerindeki emelleri, Basra Körfezi, Hint Okyonusu ve Türkiye üzerinden Sıcak denizlere ve Doğu Akdenize inme istekleri” yayılmacı politikası karşısında Amerika Birleşik Devletleri(ABD) İngilterenin de teşviki ile 1947 yılında Yunanistan’a 300, Türkiye’ye ise 100 milyon dolarlık bir askeri “Truman Doktrini kapsamında” yardımda bulunmuştur. Amerika ve İngiltere’nin bu yardımlardan amacı bölgede Sovyetlere karşı kendi menfaatlerinin korunması ve aleyhlerine gelişebilecek tehlikelerin önlenmesiydi.
Truman doktirini ile başlayan bu süreç, 1948 yılındaki Marshall Planıyla devam ederek bugünlere kadar gelmiştir. Marshall planı dahilindeki yardımlar, tüm savaştan etkilenen Avrupa ülkelerini yeniden ayağa kaldırma girişimidir. ABD, SSCB’nin yayılmacı bir politika uygulayacağından korkmuş, Doğu Avrupa’da kurulan komünist rejimlerin Batı Avrupa’ya yayılmasından endişe etmiş ve bu nedenle Batı Avrupa’da devletlerin ekonomilerinin yeniden inşa edilmesi ve rejimlerinin güçlendirilmesi için bu Planı uygulamaya sokmuştur.
Gerek “Truman doktrini” adı altında verilen askeri yardım ve gerekse “Marshall Planı” dahilinde yapılan yardımlardaki esas amaç Türkiye’nin ekonomik olarak büyümesi ve kalkınması değildi. Zaten Amerika ve İngiltere’nin de böyle bir niyeti yoktu. Onlar daha çok bölgedeki askeri, siyasi ve ekonomik menfaatlerinin sovyetlerden gelebilecek tehlikelere karşı korunmasını istiyorlardı. Bunun için bölgede “jandarmalık” yapsın diye Türkiye ve Yunanistan’a askeri ve kısmen ekonomik yardım, savaştan hasar görmüş diğer Avrupa ülkelerine de ekonomik yardım yaptılar.
Esasında Savaş dönemi hariç Türkiye kendine yeten, GSMH’sının önemli bir bölümünü tarımdan sağlayan bir ülkeydi. II. Dünya savaşına katılmadığı, yıkıma uğramadığı ve elinde döviz ve altın rezervide bulunduğu için ilk aşamada Marshall Planı’na dahil edilmemişti. O dönemde Amerikanın çevreleme politikası sonucu oluşan iki kutuplu dünya düzeni içerisinde yalnızlıktan kurtulmak ve Sovyetlerin yayılmacı politikasından korunmak amacıyla Amerika ve Batı’ya yaklaşmıştı. Bu yakınlaşma siyasi otorite ve basının etkisiyle de zaman içerisinde müttefikliğe dönüşmüştü.
Bu gelişmeler sonucunda da ABD, Avrupa’nın tahıl ambarı olmak, gıda ihtiyacını karşılamak ve ağır sanayisinden vazgeçmek koşuluyla Ülkemizi plana/yardıma dahil etmiştir.
Ülkemiz sanayisinde bugüne kadar arzulanan gelişmenin olmamasında ki en önemli etken, ABD tarafından tarıma ve hafif sanayiye dayalı üretim politikalarına yapılan yönlendirme/yönelmedir.
Bahsi geçen dönemden başlayarak zaman içerisinde artarak devam eden kredi talebi ve yardımların etkisiyle oluşan bağımlılık, hemen hemen her zaman ülkemizce yapılan ithalatın ihracattan fazla olmasının nedenidir. Diğer bir ifade ile ülkemiz ithalatının ihracatından fazlalığı, yani cari açığı “günümüze kadar” süregelmiştir. Alınan krediler ve/veya yardımlar siyasi otoriteler (hükümet) tarafından, üretimin artması ve ekonominin kalkınmasından daha çok günü kurtarma çabaları içinde bütçe açıklarını kapatmada kullanılmış, tüketim toplumu olmamıza neden olmuştur.
Avrupa ekonomik olarak büyümesinde ve kalkınmasında Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın pozitif etkisini çok fazla görmüştür. Buna karşılık, özellikle Marhall planı dahilindeki yardımlardan ülkemizde arzulanan fayda görülmediği gibi, sadece tarım ve gıda sektöründe yarattığı tahribatı anlamak için aşağıda ki örnekleri verebiliriz: ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir, birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin yolu olarak Marshall yardımında Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasını şart koşmuştur. Mısıryağını ön plana çıkarmak için zeytinyağı kötülenmiş, hakkında “…ısıtılınca kansere yol açtığı…” gibi bir çok olumsuz propoganda yapılarak, zararları halk arasında dillendirilmiştir. Bu şekilde yapılan menfi propoganda ve uygulamalar, o dönem tam olarak zeytin cenneti olan ve her yemekte zeytinyağı tüketilen ülkemizde ki binlerce zeytin ağacının sökülerek, adeta katliamına yol açmıştır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümünün ABD tarafından dolar karşılığı satın alınarak, mısırözü yağının Türk Lirası karşılığında ülkemizde satılması çok düşündürücüdür.
Yine, Marshall Planı dahilinde bedava margarin, süt tozu dağıtılması nedeniyle halkımızın tüm beslenme alışkanlığı değişmiş, ilk margarin fabrikası da böylece kurulmuştur. Adeta katı yağ/margarin kullanımına mahkum edilmiştir. Pamuklu ve türk kültürünü yansıtan basma elbiselerin yerini artık plastik ağırlıklı kumaş ve giyseler almıştır. Oluşturulan bu kültür “…zeytin yağlı yiyemem/basma da fistan giyemem…” şeklinde halk türkülerimize dahi yansımıştır.
Sonuç olarak, Ülkemizin Cumhuriyet döneminde dışa bağımlı olmasının temelleri burada yatmakta olup, bugüne kadar yapılan askeri ve ekonomik Yardımlarla/Kredilerle devam etmektedir. Bu tarihten itibaren, yukarıdaki anlayış sonucunda oluşan sorunları çözebilecek politikalar üretmemiş/üretilememiş, maalesef çözüm ve kurtuluşu çoğunlukla hep dışarıda aramıştır. Bugün gelinen nokta ise, buğday-saman ithal eden, et yiyemeyen ve halkının yüzde 90’ndan fazlasının açlık ve yoksulluk sınırında olduğu bir ülke durumuna gelerek ödemiştir/ödemektedir.
Yaratılan bağımlılık herhangi bir dış sorunda ABD’nin Ülkemizin yanında olacağı düşüncesini siyaseten yerleştirdiğinden, dış politikamız bu bakış açısına göre oluşmuştur.
Ülkeler arasında ki bağımlılık, karşılıklı ve eşit veya eşite yakın olur ise bir problem yoktur. Ama güçlü olanın, yabancı sermaye ve teknolojide, dış ticarette ve dış borçta dışa bağımlı olan ülke üzerinde, istismarını ve aşırı menfaat tesis etmesi sonucuna yol açıyorsa zayıf olan tarafın ekonomik ve siyasi egemenliğinin risk altına girmesi de kaçınılmazdır.
Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ve çok uzun süreden beri devam edegelen ekonomik sorunların boyutu, bu sorunların ne kadarının dışsal bağımlılıktan kaynaklandığı konusu sonraki yazılarımızda analiz edilmeye çalışılacaktır.